İnsanlığın fikir akışında Reformasyon ve Rönesans, önemli ve özel bir yer işgal eder. Çünkü bu iki fikir devrimi, Ortaçağ Avrupası’nın skolastik ve dogmatik anlayışına birer darbe vurmuştur. Bu büyük gelişmelerden sonra, insanlığın fikir yapısı, hür düşünce yolunda önemli bir gelişme kaydetmiştir. Lakin unutulmamalıdır ki, bu iki büyük gelişme, siyasal düşünce ve zamanın siyasi müesseselerin yapısını etkilememiştir. Halbuki Büyük Fransız Devrimi ve onun doğurduğu sonuçlar, siyasal tarih açısından büyük değişim ve önem teşkil eder. Çünkü Fransız Devrimi, Reformasyon ve Rönesans’ın hedeflemediği bir alanda gerçekleşmiş ve doğrudan siyasal düzene hücum ederek, yeni bir anlayışın temellerini atmıştır.
Büyük Fransız Devrimi’nin Avrupa devletleri arasındaki münasebetlere etkisini anlayabilmek için, o sırada Avrupa’nın durumunu incelemekte yarar vardır. Bu yazıdaki misyon, Büyük Fransız Devrimi öncesi Avrupa’nın durumunu gözler önüne sermektir. İlerleyen zamanlarda Büyük Fransız Devrimi’nden sonra Avrupa’nın durumu ve Napolyon Savaşları neticesinde Viyana’da düzenlenen, süreçteki başrol güçlerin katıldığı ve anlaşmaya vardığı, Yeni Dünya Düzeni’nin temellerinin atıldığı Viyana Kongresi’ni yazıya dökmeye çalışacağım.
Kutsal Roma İmparatorluğu, 962 yılında I.Otto’nun Roma’da taç giymesi ile başlamış ve Napolyon’un 1806’da Ren Konfederasyonu’nu kurmasına kadar devam etmiştir. 1648 Vestfalya Antlaşması’ndan sonra bu imparatorluk, yaklaşık 360 tane devlete bölünmüştü. İmparatorluğun sınırları içinde yaşayan nüfus, 30 milyon olarak tahmin edilmekteydi.
Kutsal Roma İmparatorluğu, Avusturya’nın kontrolünde idi ve en büyük ikinci üye ülkesi de Prusya idi. 15. yüzyıldan beri Roma-Germen İmparatorları, Avusturya’ya da hükümdarlık eden Habsburg Hanedanı’ndan seçiliyordu. Dolayısıyla bu da Avusturya’ya Almanya üzerinde bir kontrol ve otorite sağlamaktaydı.
İmparatorluğun kuzey kısmını çoğunluk Protestanlar, güneyini de Katolikler oluşturuyordu.
Büyük Fransız Devrimi çıktığında, yaklaşık 25 milyon nüfusa sahip olan Avusturya, dini ve ırki birlikten uzak bulunan bir yapıya sahip olmakla beraber, Avrupa’nın en güçlü devletiydi. Bir Avusturya devleti vardı; fakat Avusturya milleti yoktu. Devlet sınırlarında her dilden, bir çok ırktan ve dinden insanlar yaşıyordu: İtalyanlar, Lâtinler, Macarlar, Slavlar, Almanlar gibi… Bahsettiğimiz gibi kozmopolit bir yapıya sahip olan Avusturya’yı; Büyük Fransız Devrimi çıktığı zaman, devrim fikirlerinin yayılması bakımından çok korkutmuştur.
18. yüzyıl, Avusturya’nın savaşlarla dolu bir dönemidir. 18. yüzyılın ilk yarısında sadece rekabet halinde oldukları Bourbon Hanedanı’nın yönettiği Fransa ile üç kez savaş yapmışlardır. Birincisi, İspanya Veraset Savaşları (1702-1714); ikincisi, Lehistan Veraset Savaşları (1733-1738) ve üçüncüsü de Avusturya Veraset Savaşları’dır (1740-1748). Her ne kadar Yedi Yıl Savaşları’nda Fransa ile Avusturya müttefik olmuşsa da, bu ittifak, Habsburg-Bourbon rekabeti ve mücadelesini zayıflatabilecek bir etken olamamıştır.
Büyük Fransız Devrimi başladığı zaman, Avusturya, 18. yüzyıl içinde, ikinci defa olarak Rusya ile beraber, 1787’den beri Devlet-i Âliyye ile harp halindeydi.
Prusya Dükalığı, 1618’de veraset yoluyla başında Hohenzollern Hanedanı’nın bulunduğu Brandenburg Elektörlüğü’ne geçmiş ve Brandenburg Elektörlüğü de 1701’de Prusya adını almıştır.
Prusya’yı 18. yüzyılda güçlü bir devlet haline getiren hükümdar, II. Frederik olmuştur. Büyük Fransız Devrimi çıktığında altı milyonluk bir nüfusa sahip olan Prusya’nın 200.000 kişilik bir ordusu vardı. Bu nedendendir ki, gerek II. Frederik’in, gerek Prusya’nın çok hayranı bulunuyordu. Büyük Fransız Devrimi’nin liderlerinden Mirabeau, ‘’Savaş, Prusya’nın milli endüstrisidir.’’ demiştir.
Prusya, 18. yüzyıl içinde yaptığı hemen her savaştan kazançlı ve avantajlı çıkmıştır. 1748’deki Aix-La-Chapelle Antlaşması ile Avusturya’dan Silezya’yı almıştır. Avusturya İmparatoriçesi Maria Theresa, Silezya’yı geri almak için 1756’da Yedi Yıl Savaşlarını açmış ise de muvaffak olamamış ve 1763’te Prusya ile Avusturya arasında imzalanan Hubertsburg Barışı ile Silezya’nın kesin olarak Prusya toprağı olduğunu kabul etmiştir.
Altınordu Hanedanlığı’nın Rusya’daki hakimiyetinin 16. yüzyılda kaybetmesinin ardından, Moskova Prensliği’nin başına geçen IV. İvan, 1533’te Çar olmuştur. IV. İvan 1584’te öldükten sonra Rus Çarlığı, karışıklıklar içinde kaldı. 1613’te Rus Çarlığı’na Mihail Romanov getirildi. Bundan sonra 1917’ye kadar Çarlığı Romanov Hanedanı yönetecektir.
I.Petro, bir kara devleti olan Rus Çarlığı’nı denizlere çıkarmak ve sonra da sıcak denizlere inmek istemiştir. Bu denizler de doğal olarak Baltık ve Karadeniz idi. Halbuki Karadeniz’e Devlet-i Âliyye, Baltık Denizi’nde de İsveç egemen bulunuyordu. Filhakika, Petro’nun mücadelesi de bu iki güçlü devlet ile olmuştur. 1699 Karlofça Antlaşması ile Rusya, Karadeniz kıyısında Azak’ı almışsa da, 1711 Prut Antlaşması ile tekrar Devlet-i Âliyye’ye iade etmiştir.
İsveç ile 1709’da yaptığı Poltova Muharebesinde de İsveç’i yendi ve Neva Nehri’nin denize döküldüğü bölgeyi alarak, burada Petersburg şehrini kurdu ve hükümet merkezini de buraya nakletti. Binaenaleyh, İsveç’in Rusya ile olan mücadelesine devam edip, yine muvaffak olamaması üzerine 1721’de imzalanan Nystad Barışı ile Çarlık, Karelya, Ingermanland, Estonya ve Letonya’yı alarak Baltık Denizi’nin doğu kıyılarına yerleşti.
I.Petro, Rusya’yı batıda İsveç aleyhine genişletmiştir. Çariçe II.Katerina ise gözünü güneye, yani Devlet-i Âliyye’ye dikmiştir.
1768-1774 savaşı sonunda imzalanan Kaynarca Antlaşmasıyla Katerina, Kerç, Yenikale ve Kefe’yi, Dinyeper Nehri ağzındaki Kılburun Kalelerini, Azak Kalesi etrafındaki toprakları ve Bug Nehri ile Dinyeper arasındaki toprakları almıştır. Yine bu antlaşma ile Kırım’a bağımsızlık veriliyordu ki bu da Kırım’ın Rusya’ya ilhakının ilk adımlarındandı.
Kaynarca Antlaşması, Devlet-i Âliyye’nin Karadeniz üzerindeki hâkimiyetinin sona erdirilmesinde ilk adımı teşkil ediyordu. Bundan sonra Karadeniz’de, Devlet-i Âliyye’nin karşısına daima Rusya çıkacaktır.
17. yüzyılda İsveç, Avrupa’nın önemli ve kudretli devletlerindendi ve Baltık kıyılarına hakimdi. İsveç, Otuz Yıl Savaşları’na (1618-1648) katılmış, buna binaen Pomeranya topraklarını ele geçirmişti. Fakat İsveç bu üstün durumunu, Rus Çarlığı’nın kuvvetlenmesi sonucunda, 18.yüzyılın başlarında kaybetmişti. ‘’Kuzey Savaşları’’ (1700-1721) sonucunda 1720’de Stockholm Barışı’nı ve 1721’de Nystad Barışı’nı imzalayarak, Prusya’ya Pomeranya’yı ve Rusya’ya da Baltık’ın doğu kıyılarını vermiştir.
18. yüzyılda Lehistan’ı iki devlet desteklemiştir. Bunlardan biri Devlet-i Âliyye, diğeri de Fransa’dır. Fransa, Lehistan Veraset Savaşları’nı yapmış; Devlet-i Âliyye de Rusya’nın Lehistan’ın iç işlerine karışmasından rahatsızlık duyarak, 1768-1774 Savaşını yapmıştır. Binaenaleyh, ne Fransa ve ne de Devlet-i Âliyye Lehistan’ı kurtarabilmiştir. Mamafih, Büyük Fransız Devrimi çıktığı vakit artık bir Lehistan devleti yoktur. Çünkü bu ülkenin topraklarının 1772’de Rusya, Avusturya ve Prusya arasında taksim edilmesi ile bu devletin ömrü sona ermiştir.
İngiltere’yi, 1485’ten 17. yüzyılın ilk yıllarına kadar Tudor Hanedanı yönetmiştir. Tudor Hanedanı’ndan sonra İngiltere, 1603’ten 1688’e kadar, Stuart Hanedanı’nın hükümdarlığı altında bulunmuştur. 1688-1714 yılları arasında Orange Hanedanı başta bulunmuş, 1714’te İngiltere tahtını, Hanovra Hanedanı işgal etmiştir.
Büyük Fransız Devrimi çıktığı zaman İngiltere, devrinin en güçlü denizci ve ticaret ülkesidir. İngiltere’nin denizlerde tartışmasız bir egemenliği vardı ve bu hâkimiyetin ilk adımı, yine denizci bir devlet olan İspanya Kralı II. Filip’in, ‘’Yenilmez Armada’’sının 1588’de mağlup edilmesiyle atışmıştır. Bu sırada İngiltere’nin başında Tudor Hanedanı’ndan Kraliçe Elizabeth bulunuyordu.
18. ve 19. yüzyılda İngiltere’de çok önemli gelişmeler olmuştur. Bunların başında da Sanayi Devrimi gelir. Bilindiği üzere, Sanayi Devrimi ile silahlanma yarışı iki-üç katına artmış, buna binaen sömürgecilik yarışı da o kadar artmıştı. İngiliz sömürgeciliğinde en büyük adım, Yedi Yıl Savaşları sonunda, 1763’te Fransa ve İspanya ile imzaladığı Paris Antlaşması olmuştur. Bunun sonucunda İngiltere, bütün Kanada ve Kuzey Amerika’da Missisippi Nehri’nin bütün doğu kısımlarını almış ve Fransa’yı Hindistan’dan çıkararak bütün Hindistan’ı kontrolü altına almıştır.
İngiltere, 1702-1713 İspanya Veraset savaşlarında da İspanya’yı yenmiş ve Cebelitarık’ı almıştı. Bu şekilde Akdeniz’in kilit noktasına yerleşmiş oluyordu. İngiltere, Fransa’nın özellikle Manş kıyılarına egemen olmasına müsaade etmiyordu. Zira buralara yerleşen bir devlet, İngiltere’yi çok yakından tehdit edebilirdi.
Lâkin bir gerçek vardı ki, o da 18. yüzyıl savaşlarının İngiltere ekonomisini iyice sarsmıştır. Bundan dolayıdır ki, 18. yüzyıl içindeki büyük zaferler, yüzyılın son zamanlarında büyük bir yenilgi ile kapanmıştır. İngiltere, 1783’te imzaladığı Versailles Antlaşması ile Amerika Birleşik Devletleri’nin bağımsızlığını kabul ederek, Kuzey Amerika’daki sömürgelerini kaybetti.
Hollanda, Otuz Yıl Savaşları sonucunda imzalanan 1648 Vestfalya Antlaşması ile İspanya’dan bağımsızlığını ilan etmiştir. Hollanda, Avrupa’nın, yine denizci ve sömürgeci devletlerinden biridir. Lâkin, Büyük Fransız Devrimi çıktığı zaman, 2.5 milyon nüfusu olan bu ülkenin, kara ordusu hiç yoktu.
Hollanda’nın Uzakdoğu’daki sömürgeleri şunlardı: Seylân Adası, Hindistan kıyılarında bazı yerler, Malaga, Cava, Sumatra, Celebes, Yeni Gine; Afrika’da da güneyde Cape Colony; Amerika’da da Guyam’ın bir kısmı ile Antil Adalarının bir kısmı.
Portekiz’in adı 15. yüzyılın büyük coğrafi keşifleri arasında çok geçmiştir. Portekiz’İn 16. yüzyıldaki yükseliş devri uzun sürmemiş, bunda İspanya’nın güçlenmesi etkili olmuştur. II.Filip zamanında, 1580’de, Portekiz; İspanya’nın egemenliği altına girmiştir. Portekiz, kendi egemenliğini ancak 1640’ta sağlayabilmiştir.
Portekiz’in çöküntüsü bütün 18 ve 19. yüzyıl süresince de devam etmiş, hatta Napolyon’un İspanya ile beraber Portekiz’i işgali kolay olmuştur.
İspanya da, Yeniçağ’daki büyük keşiflerde başrolü oynamış ve büyük bir hegemonik devlet haline gelmiştir. Ne var ki, Kristof Kolomb’un Amerika kıtasını keşfi, İspanya’ya bugünkü Brezilya hariç bütün Güney Amerika’ya yerleşme imkânı bulmuştur. Diğer İspanyol gemicilerinin 16. yüzyıl içinde Uzakdoğu’da yaptığı keşifler sonucu, İspanya’ya, Uzakdoğu ve Pasifik de önemli birçok ada kazandırmıştır.
18. yüzyıl İspanyası, Fransa ile birlikte, Amerikan Bağımsızlık Savaşı’na yardım edince, bu bağımsızlığı tanıyan 1783 Paris Antlaşması’yla da, İngiltere’den Kuzey Amerika’daki Florida’yı ve Akdeniz’deki Minorka Adasını almıştır.
Lâkin İspanya, II. Filip zamanında, İngiltere’den 1588’de yediği büyük darbe ve muvaffakiyetsizlik sonucu büyük bir gerileme dönemine girmiştir. İngilizlerin denizci bir devlet olarak sahneye çıkması, İspanya’nın hegemonyasını kıran bir diğer etken olmuştur. II. Filip zamanından beri devam eden İspanya’nın gerilemesi, 1808’de Napolyon’un İspanya’yı işgal edip, İspanya Krallığı’na kardeşlerinden birini getirmesiyle, yeni bir döneme girecektir.
18. yüzyılın sonlarında güçlü ve birlik içinde bir İtalya söz konusu değildir. Ne var ki, İtalya o zamanlar sadece coğrafî bir kavramdan ibarettir. Yarımada ile kuzeyde 14 tane irili ufaklı devlet vardı. Bunlardan başlıcaları, Sardunya Krallığı, Venedik Cumhuriyeti, Cenova Cumhuriyeti, Parma Dukalığı, Modena Dukalığı, Toskana Büyük Dukalığı, Roma’da kilise devleti olan Vatikan ve İki Sicilya Krallığıdır.
İsviçre, 17. yüzyılın ilk çeyreğinde 13 kantondan meydana gelen bir ‘’konfederasyon’’dur. İsviçre’nin bağımsız bir devlet olarak sahneye çıkması ise 1648 Vestfalya Antlaşması iledir. Fakat İsviçre, Avrupa politikasında önemli bir rol oynamaktan uzaktır.
Devlet-i Âliyye, kuruluşu 1299’dan, Vezir-i Âzam Sokollu’nun ölüm tarihi olan 1579’a kadar, toprakları sürekli genişlemiştir. 1579’dan 1699’a kadar olan dönem, Devlet-i Âliyye’nin ‘’Duraklama’’ dönemini teşkil eder. Yani, Devlet-i Âliyye, kuruluşundan 400 yıl sonra en geniş sınırlarına ulaşmış ve üç kıtaya yayılmış bulunan hegemon bir devlet haline gelmişti.
1699 Karlofça Antlaşması’ndan itibaren Büyük Devlet’in uyku dönemi, yani ‘’gerilemesi’’ başlamıştır. 18. yüzyıl içinde imparatorluk, yaptığı savaşlarla galip devletlere toprak vermeye başlamıştır. 19. yüzyıla gelindiğinde ise, her savaştan sonra egemenliği altında bulunan milletler birer birer bağımsızlıklarını alarak imparatorluktan kopmuştur ki, bu döneme ‘’parçalanma’’ sürecini meydana getirir. I. Dünya Savaşı (1914-1918), parçalanmanın son safhasını oluşturacak ve ‘’ yıkılmayı’’ hızlandıracaktır.
Gerek 18. yüzyıl ve gerek 19. yüzyılda, Rus Çarlığı’nın zaman zaman Avusturya ile beraber hareket etmesi özellikle Balkanlarda, dengeyi, Devlet-i Âliyye’nin aleyhine olarak, ciddi bir şekilde bozmuştur. Bozulan bu kuvvet dengesi karşısında 1791’den itibaren Rusya’nın karşısına İngiltere çıkmış, Devlet-i Âliyye’nin toprak bütünlüğünü korumaya çalışmış ve Rus yayılmacılığını durdurmak istemişse de, Büyük Devlet iç entrikalar ve ihanetler sonucu çürümeye devam etmiştir.
Büyük Fransız Devrimi patlak verdiğinde, Büyük Devlet, iki yıldan beri Rus İmparatorluğu ve Avusturya ile savaş yapmaktaydı. Bu savaş sırasındadır ki, İngiltere’nin Devlet-i Âliyye’nin toprak bütünlüğümü koruma siyaseti ortaya çıktı.
Kaynak: 19. Yüzyıl Siyasi Tarihi, Prof. Dr. Fahir ARMAOĞLU