Tam adı Otto Eduard Leopold von Bismarck olan Demir Şansölye, 1862 yılından 1890 yılına kadar geçen 28 yıllık süre zarfında önce Prusya ve ardından Almanya Başbakanlığı yapmıştır. Aynı zamanda “Realpolitik” siyasetin en önemli temsilcisidir. Yüzyıllardır parçalanmış bir şekilde varlığını sürdüren Alman Prensliklerini, “Kan ve Demir” adlı politikasıyla bir dizi savaşlarla, sırasıyla; Danimarka’ya, Avusturya’ya ve Fransa’ya karşı yapılan savaşlarla birleştirmiş, yaklaşık yüz yıldır devam eden Alman Düalizmi’ne son vermiş ve kısa süre içerisinde, örümcek ağı gibi karışık bir şekilde kurduğu ittifaklar sistemiyle Almanya’yı bir süper güç haline getirmiştir.
Bismarck, 1815’te Prusyalı bir aristokratın oğlu olarak dünyaya geldi. Göttingen ve Berlin üniversitelerinde hukuk okudu. Bir süre sıradan hukukçuların yaptığı işlerle oyalandı. Bu monoton hayattan sıkılan Bismarck, memleketine dönüp kendi toprağında çiftçilik ile uğraşmayı düşündü. Bir süre de bu şekilde vakit geçiren Bismarck, şaşırtıcı bir şekilde aday olduğu bölgeden, daha önünde altı aday olmasına ve yedeklerde bile olmamasına rağmen, ilginç bir şekilde, 1847’de Federal Meclise seçilerek siyasi hayatına başladı. Eski devlet geleneklerine ve monarşiye bağlı olan Bismarck, 1848 Devrimleri sırasında Berlin’de kalıp, generalleri, bu isyanı askeri güç ile bastırmaları için ikna etmeye çalıştı.
Bismarck’ın çocukluğu
1848 Ayaklanması’ndan sonra Frankfurt’ta kurulan Diyet Meclisi’nde Prusya delegesi olarak temsil vazifesi yaptı. Profesörlerle dolu liberal bir meclisin kürsüsünde, Liberalizmin en azılı düşmanı, koyu monarşist tavrıyla kendini Almanya’ya tanıtmış oldu. Oturumlar sırasında sırasında sadece Avusturya temsilcisinin puro yakma hakkı bulunurken Avusturya temsilcisinin sözlerinin karşısında küstahça puro yakarak patavatsız biri olduğunu da Almanya’ya göstermişti. Karşısındaki diplomatı kışkırtan hareketleriyle, küçük kelime oyunları oynayan Bismarck konferanstan Prusya lehine sonuçlar çıkararak saraya karşı da kendisini kanıtlamış oldu. Bu kışkırtma ve hata yaptırma taktiği Bismarck’ın siyasette kullandığı taktiklerden biri olacaktı.
Federal Diyet Meclisi kapandıktan sonra uzun bir süre Rusya’da ve Fransa’da büyükelçilik vazifesi yapan Bismarck bu süre içerisinde Rusya’da, hanedan üyeleriyle ve birtakım generallerle iyi ilişkiler kurdu. 1862 yılında Prusyalı generallerin de talebiyle Prusya Ordusunda reform ihtiyacı duyuldu ki ordu, Prusya’nın devamı açısından gerçekten önemli bir meseleydi. Sonuçta Prusya krallığından “Devleti olan bir ordu” diye bahsediyoruz. Kral I. Wilhelm’ın da destek verdiği askeri reform maddeleri, büyük çoğunluğu liberallerden oluşan Prusya Parlamentosundan geçmedi. Savunma Bakanı ve aynı zamanda Bismarck’ın yakın dostu olan Albrecht von Roon; bu reformları sadece, zekasını ve siyasetini bu zamana kadar diplomat olarak birçok kez kanıtlamış olan Bismarck’ın gerçekleştirebileceğini Krala ifade ederek kendisini bu makama aday gösterdi. Bismarck o kadar yetenekliydi ki, askeri reformların gerçekleştirilmesini isteyen rakipleri bile bu makama Bismarck’ın geçirilmesi gerektiğini savundular. Kısa süre sonra Başbakanlık görevine atanan Bismarck 30 Eylül 1862’de, Başbakan olarak konuşma yaptığı ilk meclis toplantısında kürsüden, tarihe geçecek şu sözleri söyledi:
“Ülkemizin Viyana Antlaşması ile çizilmiş sınırları, devletimizin varlığını sağlıkla sürdürebilmesi için elverişli değildir. Günümüzün siyasi krizleri, eskisi gibi müzakere ve ekseriyet kararıyla değil, KAN ve DEMİR ile çözülecektir.”
Bismarck meclis kürsüsünde
Askeri reformları meclisten geçirmek için çalışmaya başlayan Bismarck, Liberal gruplarla anlaşamayınca çareyi Liberal vekil sayısını azaltmakta buldu ve Almanya demokrasi tarihindeki en önemli adımı attı. Sosyalist liderlerle bir dizi görüşmelerin neticesinde, daha önce sadece belirli bir kesimin oy kullanabildiği Prusya’ya genel oy hakkını getirerek tüm erkeklere seçme ve seçilme hakkı tanıdı. Genel oy hakkının getirilmesiyle meclisteki tek güç olan Liberallerin karşısına, işçilerin desteğiyle Sosyalist vekiller de gelmişti ve doğal olarak Liberal vekil sayısında azalma olmuştu. Bismarck, ilerleyen yıllarda ve neredeyse tüm siyasi hayatı boyunca bu iki gücün koltuk sayısını dengede tutmaya çalışacak ve tarafların çatışmaları sayesinde mecliste istediği gibi at koşturabilecekti. Bütün bu gelişmelerin neticesinde reformları meclisten geçirerek bu makamı hakettiğini Kral’a ve Kurmaylara kanıtlamıştı.
Hiç sevilmeyen bir adam olarak Bismarck’ın bu aşamadan sonra iç muhaliflerini susturacak bir dış başarıya ihtiyacı vardı. O yıllarda da Danimarka ve Alman Konfederasyonu arasında Schleswig-Holstein sorunu gündemde olmasa da her zaman var olan bir sorundu. Bu sorunun çözümü, Bismarck’ın iç muhaliflerini susturmak için kullanabileceği çok müthiş bir fırsattı. Bismarck, Kral isterse bu savaş için her an bahane bulabileceğini çeşitli zamanlarda dile getirmişti. Fakat Kral bu savaşa sıcak bakmıyordu. Ancak bir süre sonra tarih Bismarck’tan yana gülmüştü. Danimarka Kralı’nın varis bırakmadan ölmesinin ardından tahta çıkan yeni kral, bu sorunun çatışmaya dönüşmesini engelleyen 1852 Londra anlaşmasının maddelerini ihlal etti. Bismarck, bu bahaneyle Avusturya ve diğer Alman prensliklerinin de siyasi desteğini alarak Danimarka’ya karşı harekata onay verdi.
Schleswig ve Holstein Eyaletleri
Danimarka Savaşını, farklı bir yazıda ele aldığım için bu konuya ayrıntılı bir şekilde değinmeyeceğim. Diğer diplomatlar Danimarka Savaşına yoğunlaşmışken Bismarck, ileri görüşlülüğüyle savaşın sonrasını hazırlamaya çalışıyordu. Schleswig Savaşı öyle bir sonuçlanmalıydı ki daha sonraki yıllarda Avusturya’ya karşı her an savaş bahanesi bulunabilmeliydi. Bismarck’ın da istediği gibi sonuçlanan savaşta Prusya Schleswig’i, Avusturya ise sınırından 200 mil uzaktaki Holstein’ı almak zorunda kaldı. İki büyük Alman devleti arasındaki savaşın sözde sebebi de Schleswig Savaşının sonuçları olacaktı.
Bismarck bu siyasi başarıyla, hedeflediği gibi iç muhaliflerini yatıştırmıştı. Ayrıca savaş sonrası ortaya çıkan nakit ihtiyacını, demiryollarını özelleştirerek gideren Bismarck Liberallerin de sempatisini kazanmıştı. Avusturya ile savaş rüzgarları hafif hafif eserken Bismarck, Avrupa siyasetini savaşa uygun hale getirmeliydi. Savaşa müdahale edebilecek iki süper güç vardı: Rusya ve Fransa. Rusya, Avusturya’nın 1853 Kırım Savaşında Osmanlı tarafında yer almasını ve kendisine ihanet etmesini unutmamıştı. Dolayısıyla Rusya’nın tarafsızlığını sağlamak Bismarck açısından çok kolay olacaktır. Rusya tarafsız kalması halinde, Avusturya ile Prusya’nın birbirleriyle güçlerini harcaması kendisi için en kârlı yol olacak ve eski dostu Avusturya, kendisine yaptığı yanlışın cezasını Prusya ile aynı kafese tek başına girerek çekecekti.
Bismarck ve III.Napolyon
Fransa’nın tarafsızlığında anlaşmak için III.Napolyon ile Bismarck Paris’te sarayda görüşme yaptılar. Görüşmede ne konuşuldu, Bismarck Fransa’nın tarafsız kalması için tam olarak ne teklif etti bilemiyoruz ancak tarihçiler büyük bir ihtimal Lüksemburg’un Fransa’ya bırakıldığını düşünüyor. Şimdi cevap almamız gereken bir soru var. Fransa, kasaba niteliğindeki küçücük bir Prenslik karşılığında Alman Düalizmi’nin sona ermesine müsade mi etti? Tabii ki hayır. III.Napolyon Prusya ve Avusturya arasında ceryan edecek savaştan Avusturya’nın galip geleceğini düşünüyordu. Ancak Prusya’nın hemen teslim olacağını düşünmediği için Avusturya ordusunun Prusya içlerinde çok büyük kayıplar vereceğini düşünüyordu. Avusturya savaşı kazansa bile, artık diğer prenslikleri etkisi altına alcak kadar güçlü olamayacaktı. Fransa ise ortaya çıkan güç boşluğunu doldurup Almanya’daki etkisini arttıracaktı.
Bismarck, siyaset aklı ile bu savaşta sadece Avusturya’yı değil, aynı zamanda dolaylı olarak Fransa’yı da yenmiş oluyor. Avusturya ordusunu ileri askeri teknolojisiyle mağlup eden Prusya kuvvetleri ve komutanları Avusturya içlerine doğru hareket etmek istediler ancak Bismarck, savaşın uzamasının sadece Fransa’ya yarayacağını ifade ederek barış müzakerelerinin başlaması gerektiğini söylüyordu. Kral ve Bismarck arasındaki en şiddetli görüş ayrılığı, Bismarck’ın hatıralarında da kaydettiği üzere bu olaydır. Savaş sırasında verdiği mücadeleden çok daha fazlasını bu alanda, kurmayları ikna etmek için verdi. Daha sonradan Veliaht Prens Friedrich Wilhelm’in de araya girmesiyle Kral’ı barışa ikna etmeyi başardı.
[Prusya-Avusturya Savaşını anlatan yazıma buradan ulaşabilirsiniz]
Hemen Barış görüşmelerini gerçekleştiren Bismarck, Avusturya’nın ilerleyen zamanlarda Almanya için harika bir müttefik olacağını düşündüğü için Avusturya’ya ağır şartlar koşmamış, Avusturya’dan toprak bile almamıştı. Ancak Avusturya Alman devleti statüsünden çıkarılmıştı. Bu durumda Alman Dualizmi sona eriyor, Almanya’da tek bir gücün ayak sesleri şiddetini arttırıyordu: Prusya!
Kuzey Alman Konfederasyonu ve Alman İmparatorluğu
Avusturya ile yapılan barışın ardından Almanya’da Prusya etkisinde Kuzey Alman Konfederasyonu kuruldu. Bu konfederasyona Bavyera gibi Fransa etkisindeki eyaletler dahil edilmedi. Aslında Bismarck Kuzey Alman Konfederasyonu ile nihai amacına ulaşmıştı. Güney devletlerini Almanya’ya katmayı istemiyordu. Çünkü güney prenslikleri Katolik ve Liberallerdi. Onların da birliğe katılmaları, mecliste Bismarck’a karşı daha fazla muhalefetten başka bir şey kazandırmayacaktı.
Fransa ve Prusya’yı savaşa götüren süreç aslında 1866 Prag Barışı ile başlamıştı. Çünkü savaştan Fransa’nın istediği gibi Prusya güç kaybetmemiş, aksine çok daha güçlenmişti. Avrupa’da gitgide güç kazanan bir Alman devleti vardı ve bu Fransa için çok büyük bir tehditti. Fransa, Katolik Prusya’ya karşı savunma bekleyen Bayvera gibi güney Alman devletleri üzerindeki nüfuzunu arttırmaya yönelik hamleler yapmaya başlayınca Prusya ile savaş kaçınılmaz oldu.
Çağına göre uzun süren bir Prusya – Fransa Savaşında, Paris’in düşmesinin ardından Prusya’ya baş eğmek zorunda kalan güney devletlerinin de katılımıyla; dokuz yüz yıldır birleşemeyen bir ulus, Otto von Bismarck adında, dünyanın en büyük siyasi dehalarından birinin önderliğinde, 18 Ocak 1871’de birleşti. Versay’da ilan edilen Alman İmparatorluğu, ilanın hemen ardından 28 Ocak’ta Fransa ile yapılan savaşa Frankfurt Barışı ile son verdi.
Sedan Savaşı esnasında Kral I. Wilhelm. Hemen arkasında ise Prusya Kurmayları Helmuth von Moltke, Otto von Bismarck ve Prens Friedrich Wilhelm.
Almanya’nın birleşimiyle Bismarck artık yepyeni bir dış politika belirlemeliydi. Bu zamana kadar ilk meclis konuşmasındaki ‘’Kan ve Demir’’ siyasetini başarıyla uygulamış olan Bismarck, Alsas-Loren bölgesinin de fethi ile “Alman” sınırlarına ulaşmıştı. Bu sınırların haricinde yapılacak bir fetih, Bismarck’a göre Almanya’ya savaştan ve krizden başka bir şey getirmeyecekti. Bu safhadan sonra Bismarck dış politikada barışçıl, içeride ise tam tersi bir şekilde baskıcı ve keskin bir politika izleyecekti.
Bismarck’ın daha önceden de belirlediği gibi Avusturya’yı kesinlikle yanına almak istediğini biliyoruz. Ancak burada da Almanya Fransa ile mi, Rusya ile mi ittifak olacak gibisinden bir ikilem ortaya çıkıyor. Bismarck, yeni devletin dış politikasında, Fransa veya Rusya’dan birini müttefik olarak seçmeli ve barışı muhafaza etmeliydi. Bismarck, Fransa’nın 1871’i unutmayacağını ve uygun bir zamanda intikam almak için savaş başlatmaktan çekinmeyeceğini bildiği için Rusya’ya yanaşmak istiyordu. Birde Fransa’yı daha önce yendiği için tekrar yenebileceğini düşünüyordu. Aynı şeyi Rusya için söyleyemediğimizden; bundan sonra Rusya, Alman İmparatorluğu için önemli bir müttefik olacaktır. ”Bismarck ve İttifaklar Sistemi”ni ilk yazımda ele aldığım için dış politikayı burada bırakalım ve yeni devletimizin içerisinde Bismarck’ı ne gibi zorluklar bekliyordu buna bir göz atalım.
Yeni kurulan bu devlet içerisinde, birliğin kurulmasının ardından durumu kabullenmeyen ve nüfusun %36’sını oluşturan Katoliklerin benimsediği, devlet aleyhinde ayrılıkçı fikirler, özellikle Papalık’ın kışkırtmalarıyla neredeyse tüm Avrupa devletlerinin, halkları ile arasında gerilimlere sebep oluyordu. Bismarck ise bu konuda, az önce de bahsettiğim gibi baskıcı bir siyaset izleyecektir. Ayrıca Bismarck artan işçi nüfusuyla doğru orantılı bir şekilde mecliste güç kazanan Sosyalizmin önünü kesmek zorundaydı. Fakat Sosyalistlerin meclisten çıkarılması halinde mecliste Liberallere karşı destek bulabileceği bir kurum kalmayacaktı. Bismarck bu krizi yine kendi çıkarları için kullanabileceği bir avantaja çevirmeyi tercih edecekti. Sosyalistlerin yükselişe geçtiği bu durumda bir din çatışması başlatarak Liberalleri Protestan ve Katolik olarak ikiye ayırmak en mantıklı seçim olacaktı. Protestan Liberaller, Katolik Liberallere karşı her zaman Bismarck’ın yanında yer alacaklardı ve Sosyalistlere ihtiyaç kalmayacaktı.
Bismarck ile Papa mücadelesini anlatan karikatür
Bismarck, ayrılıkçı harekeleri engellemek ve Liberalleri ikiye ayırmak amacıyla Liberal Merkez Partisine ve Katolik kilisesine karşı ‘’Kültür Savaşı’’ adı verilen bir baskı sürecini başlattı. Bu girişim Alman tarihindeki en önemli laikleşme hareketidir. Kültür Savaşı sürecinde Almanya’daki rahiplerin yarısı ya tutuklandı ya da sürgüne gönderildi. Bismarck ayrıca ülkede din çatışmasını körükleyerek işçi-burjuva çatışmasını bir süre gündemden düşürerek giderek etkisini arttırmaya başlayan Sosyalistlerden kendine yandaş çekmeyi hedefledi.
Bismarck’ın Kültür Savaşındaki amacı tamamen siyasi çıkar amaçlıdır. Mecliste dile getirdiği laikleşme tarzı söylemler, bir siyasetçinin sıradan yalanlarından başka bir şey değildir ki zaten yakın zamanda bu olay birçok Protestanın bile karşı çıkacağı bir cadı avına dönüşecektir.
Üzerine sayfalarca yazıların yazılabileceği Kültür Savaşının Almanya’da pek başarılı olduğu söylenemez. Çünkü diğer Avrupa devletlerinde amaç devleti Laikleştirmek iken Almanya’da ise Laiklik kılıfı kullanılarak Merkez Katolik Partisinin popülaritesini azaltmak olmuştur ki partiye, Bismarck’ın sivri ve Katoliklik haricinde tüm dine yönelik üslubu sebebiyle, Katolik Merkez Partisine kimi Protestanlardan da destek gelmiştir. Dolayısıyla Merkez Partisi bu savaştan güçlenerek çıkmıştır. Kültür Savaşı ise Bismarck’ın zirveden düşüşünün başlangıcı olacaktır. Başlarda başarıya ulaşan Bismarck’ı uzun vadede başarısızlık beklemektedir. Yani Bismarck Başbakanlıkta o an kalabilmek için uzun vadeli riskleri göz önüne almak zorundadır. Nitekim aynı ikileme ‘’Anti Sosyalist Yasalar”da rastlayacağız.
Bismarck, Kültür Savaşıyla birlikte din çatışmasını körükleme amacına kısmen de olsa ulaşmıştı. Bu zamana kadar tek ses olan Liberalleri ikiye ayırdı ve bir kesiminin desteğini aldı. Artık güçlenmeye başlayan Sosyalizme ihtiyacı yoktu. 1880’de yürürlüğe konulan Anti-sosyalist Yasa gereği Sosyal Demokrat Parti’nin (SPD) de içlerinde bulunduğu tüm işçi kurum ve kuruluşlar kapandı. Sosyal Demokrat Parti uzun bir süre yer altı teşkilatlarıyla faaliyetlerine devam etti. Bu süre içerisinde Bismarck, tarihte ilk defa emeklilik ve sağlık sigortaları gibi uygulamaları yürürlüğe koyarak ülkesini dünyanın ilk Sosyal Refah Ülkesi haline getirdi ve böylece Sosyalist tabanını biraz daha zayıflatmış oldu. Anti-sosyalist yasalar ile birlikte mecliste etkisini daha fazla hissettirmeye çalışan Bismarck tekrar amacına ulaştı. Ancak az önce de bahsettiğimiz gibi bu kararlar uzun vadede Bismarck’ı zarara uğratmıştır. Bu zamana kadar kişilerin çıkarlarına yönelik yaptığı anlaşmalarla, kendisinden nefret eden insanları bile kendisiyle anlaşmak zorunda bırakmıştır. Ancak 1890’a yaklaştığımız zaman kendisinden nefret eden kişiler, çıkarlarına uysa bile Bismarck ile ittifaktan çekineceklerdir.
Anti-sosyalist yasaların kaldırılması için uygulanan baskıya dayanamayan Bismarck Liberallerin kuvvetine güvenerek yasaları kaldırmıştır. Ancak beklenenin aksine, hemen sonraki seçimlerden, %20 gibi bir oranda oy alan Sosyal Demokratlar meclisteki en büyük parti olmuştu. Kayzer II.Wilhelm’a askeri bir darbe ile parlamentoyu feshedip yenide daha otoriter bir anayasa oluşturulduktan sonra seçimlerin tekrarlanmasını isteyen Bismarck, kendisini sevmeyen genç Kayzer tarafından reddedilmiştir. Bunun üzerine tepki olarak bakanlardan istifa etmelerini istedi. Ancak Dışişleri Bakanı olan oğlu dışında istifa eden olmadı. 28 yıldır Alman ve Avrupa siyasetinde tek bir askere, bakana ve şahısa hükmedemeyen Bismarck, yine tek başına 1980’de siyaset sahnesinden çekildi ve Laurenburg’daki malikanesinde emeklilik hayatı yaşadı. İstifasından sekiz yıl sonra, 1898’de öldü.
Bismarck’ın Siyaseti
Bismarck hastalık hastası birisiydi ve sürekli olarak kendisini hasta hissederdi. Ve bu özelliğini tabii ki hilelerinde kullanırdı. Bir örnek vererek somutlaştıralım: Bismarck, evine gelen bir diplomat ile yapacağı anlaşmasında hasta olduğunu ifade ederek görüşmenin kendi odasında yapılması ricasında bulunurdu. Rahatsız ve resmi toplantı odalarında anlaşma imzalamaya alışkın olan diplomatlar rahat, sıcak ve samimi ortamda yapılan görüşmelerde gevşerlerdi, gevşemenin verdiği sürekli artan rahatsızlığın da etkisiyle diplomatların bilinçaltları, buranın en kısa sürede terk edilmesi gerektiğini belirtirdi. İşte bu psikolojideki bir diplomat ile görüştüğü maddelerin kıyısına köşesine her, hiçbir vb. bir maddenin anlamını tamamen değiştirebilecek kelimeleri fark edilmeden ekler ve siyasi olayların seyirlerini değiştirirdi. Ayrıca Bismarck rakibini kışkırtacak ve sinirlendirecek tavırlar sergiler, sözler söylerdi. Bunun örneklerini aslında yazımda okudunuz. Avusturya delegesinin karşısında pro yakması ve başbakanken mecliste yaptığı ilk konuşma tamamen karşısındakilere hata yaptırma amaçlıydı.
Bismarck’ın hileleri sadece bunlarla da sınırlı değildi. Bismarck genelde farklı ülkelerin temsilcileriyle ve ülkesindeki çeşitli grupların önderleriyle samimi bir iş akşam yemeği yerdi. Almanya gibi bir yerdeki sofrada tabii ki içki eksik olmazdı. Bismarck o kadar çok içerdi ki sarhoş olmuş bir şekilde karşısındaki kişiye tüm planlarını ve amaçlarını anlatırdı. Karşı taraftaki kişi de bunu içkinin etkisiyle söylediğini anlardı. Sarhoş insanların hiç yalan söylemediğini göz önüne alarak Bismarck’ın tüm planlarını öğrendiğini sanan diplomat aslında büyük bir hata yapmaktaydı. Bismarck kendisine bir oyun oynamış ve işini çok güzel bir şekilde kolaylaştırmıştı. Çünkü artık rakibinin neler yapacağını gayet iyi bilmekteydi.
Bismarck Siyasetini en güzel şekilde anlattığına inandığım birkaç paragrafı alıntılayarak yazımı bitiriyorum:
‘’Alışılmadık türden bir siyasi dehanın ürünü olan başarıları, kendi içinde çelişkiler barındıran bir dizi karakter özelliklerine dayanmaktaydı ve bu özellikler arasında acımasız, muhatabını savunmasız bırakan bir dürüstlükle güvenli bir adamın hile ve aldatmaları da vardı. Bismarck mükemmel bir özgüven ile oynadığı rollerine öfkelerini, endişelerini, hastalıklarını, hastalık hastalığını ve akıl dışı davranışlarını dahil ederdi…
Kurduğu yönetim sistemi, çevresindekiler üzerine kurduğu şahsi güce dayanmaktaydı. Kral I.Wilhelm’i kendi isteklerine uydurmasını, baba ile oğlun, koca ile eşin, kayınbaba ile gelinin arasına girerek kraliyet ailesinin direnişini kırmasını mümkün kıldı. Zaman içerisinde karşılıklı saygı ilişkileri bulunan Moltke dışındaki tüm generallerin üstesinden geldi; Alman devletlerinin egemen hükümdarlarının gücünü yok etti ve işine geldiğinde Hanover gibi tarihi bir krallık dahil bir dizi Alman devletini ortadan kaldırmaktan çekinmedi… Kanat devletleri Çar RUsyası ile Büyük Britanya’yı ve Napolyon Fransa’sını Almanya’daki iç savaşın dışında tutmayı başardı. İşine geldiğinde demokrasiyi kullandı; devrimcilere ve otoritesine karşı koyabilecek tehlikeli sosyalistlerle müzakerelere girdi. Kabinesindeki bakanlarla işi biter bitmez isimlerinin üzerlerini karaladı. En güçlüleri dahil parlamento zekasıyla alt ederken, kendisini iktidara getiren generallerin de üzerini çizdi.’’ – Jonathan Steinberg
Bismarck ve Kayzer II.Wilhelm
Jonathan Steinberg: Bismarck
Bismarck: Dünüşceler ve Hatıralar I. ve II. ciltler
Geoffrey Parker: Cambridge Savaş Tarihi
Fahir Armaoğlu: 19. Yüzyıl Siyasi Tarihi
Ali Reşad Bey, İsmail Hakkı: Bismarck, Hususi ve Siyasi Hayatı
Edward Crankshaw: Bismarck