Geçmişten günümüze baktığımızda Çin toplumunun kendi içinde asırlara dayanan tarihsel ve kültürel birikime sahip olduğunu görürüz. Bu birikimleri anlamak için bir Çin düşünce yapısını ve bakış açısını iyi bilmek gerekir. Böylece geçmişte ve günümüzde Çin toplumunu daha iyi anlayabilmek mümkün olacaktır. Bunun için kilit nokta Çin’in felsefesidir.
Vincent Shen’a göre Çin felsefesinde esas olarak Konfüçyanizm, Daoizm ve Çin Mahayana Budizmi olmak üzere üç gelenek vardır. Diğer felsefe okulları zamanla tarih sahnesinden çekilmiş olsa da Konfüçyanizm ve Daoizm bugün bile Çin toplumunda devam eden önemli geleneklerdir. MS. I. Yüzyılda Hindistan üzerinden gelen Budizm ise Çin’in kendi bünyesinden çıkmamış olsa da bugün Çin’e uyarlanmış bir şekilde devam etmektedir. Çin düşüncesinin bu en eski örnekleri İkinci Dünya Savaşı yıllarına kadar radikal bir değişime uğramaksızın karakteristik özelliklerini muhafaza edebilmiştir. Bunda asırlar boyunca eğitim sisteminde Çin düşüncesine dair klasiklerin okutulup ezberlenmesinin de tesiri büyüktür. Bu nedenle bunlar günümüzde bir felsefeden öte bir gelenek, hatta din olarak anılmaktadırlar.
Peki, günümüzde eski Çin felsefesine bir din olarak bakabilir miyiz? Bu tartışmalı konu hakkında Çinli filozof Feng Youlan bu gelenekleri din olarak görmeyi tam olarak doğru bulmamakla birlikte ona göre felsefi değerler din ile sınırlandırılmamalıdır. Dinin temelinde de felsefe vardır ama tek başına din kadar sistematik olmasa bile felsefe de insanların yüce değerlere ve bilgeliğe ulaşmak için izleyebileceği bir yoldur. Buna göre Çin felsefesi için genel anlamda evren ile insan arasındaki ilişki ve uyum esastır.
Çin felsefesinde temel olan özelliklerden biri diğer topluluklardan etkilenmenin yoğun olduğu batı felsefesine nazaran felsefenin oldukça az bir dış etkileşime maruz kalmasıdır. Bunda eski Çin toplumunun dışa doğru coğrafi ve tarihi kapalılığının payı büyüktür fakat bunu tamamen bir kapalılık olarak değerlendirmemek gerekir. Zira Zhou Hanedanı dönemi (M.Ö. 1122-221) Çin’in içerisinde dışarıdan geldiği anlaşılan bir Gök kültü vardı ve felsefe okulları bu Gök kültünü de bünyelerinde barındırmışlardır.
Batı felsefesinde hikmetin aktarılması önemli değildir fakat Çin düşüncesinde hikmeti öğrenmek için onun aktarılması gerekmektedir. Batı felsefesinde merak ve kuramsallık başlangıç için etken ögeler iken Çin felsefesini başlatan süreçte kaygı ve pragmatizmin esas olduğunu görürüz. Ayrıca batı felsefesine nazaran Çin düşüncesinde detaylı izahlar yer almaz. Düşünürlere ait olan veya olduğu düşünülen sözlerin kısalığı onların farklı yorumlanmasına ve bu da yorumların zenginliğine sebep olmuştur. Bu nedenle Çin felsefesinin kısalığı karşısında onu iyi anlayabilmek için Çin yazısını iyi bir şekilde bilmek elzemdir.
Çin düşüncesinde yaşamın amacı daha çok dünya üzerinden aranmaktadır. Bu düşüncenin düşünürleri toplumun dengesini korumak düşüncesiyle genellikle devletin perspektifinden düşünmüşler ve toplum ile devlet arasında uyum sağlamaya çalışmışlardır. Bunu yaparken de gerek sosyal açıdan, gerek mistik açıdan yorumlar getirerek sorunlara yaklaşmışlardır. Çin düşüncesi salt bilgiye ulaşmayı amaçlamaz. Bunun yerine doğru davranış ve tutumu sağlamayı merkeze alır. Çin düşüncesinde uyum ayrıca sürekli değişimi de beraberinde getirmektedir fakat en nihayetinde bu değişim de uyumla sonuçlanmaktadır.
Zhou Hanedanı (M.Ö. 1122-221) döneminde Çin’de bu hanedana bağlı bulunan feodal yapıda çok sayıda krallık bulunmaktaydı. Çin toplumu ise esas itibariyle feodal krallıklar içerisinde barış zamanında ziraat ile uğraşan çiftçiler olarak, savaş zamanında ise askerler olarak hizmet vermekteydi. Böyle bir feodal sistemde düzen baştaki büyük gücün istikrarına bağlıydı. Bu düzenin en güçlü sağlayıcısı olarak da Zhou Hanedanı’nı görmekteyiz. Zhou Hanedanı devrinde idarecilerle “Gök” arasında özel bir ilişkinin olduğu, devlet yönetiminde de belirleyicinin “Göğün Hükmü” olduğu düşüncesi hâkimdi. Bu ise diğer feodal krallıkları itaat altına almak için Zhou Hanedanı’na meşru bir idare sistemi sunmuştu.
Zhou Hanedanı’nın ilk dönemi Batı Zhou (M.Ö. 1122-771) olarak ele alınır. Bu dönemin sonunda Batı Zhou düşerek başkentini Luoyang’a taşımak durumunda kalmıştır. Zhou’ların güç kaybetmesinden sonra Bahar ve Güz Dönemi (M.Ö. 722-476) ve Savaşan Devletler Dönemi (M.Ö. 475-221) olarak adlandırılan dönemlerde bir bakıma “Göğün Hükmü” bozulmuş, Çin’de özerkliğini ilan eden krallıklar kendi aralarında çatışmaya başlamış, nüfuzlarını genişletme mücadelesi içerisine girmişlerdi. Feodal sistemin çatırdamaya başlayıp Çin topraklarında siyasi ve toplumsal kargaşanın sürdüğü bu uzun dönem Çin’de düşünce okullarının ortaya çıktığı dönem olarak kabul edilmektedir.
Toplumsal yapının bozulmaya uğradığı bu kargaşa döneminde güçlenip büyüyen krallıklar olduğu gibi tarih sahnesinden silinen birçok krallık da olmuştur. Feng Youlan’a göre ortadan kalkan bu krallıklarda görevli memurlar da bulundukları konumu kaybettikten sonra halkın arasına karışmış, çocuk yaştan itibaren klasiklerden aldıkları eğitimi yorumlayarak halkın arasında bir öğretmen gibi varlıklarını sürdürmüşlerdir. Böylece farklı düşünce okullarının zamanla halkın arasında çıkmaya başladığı düşünülmektedir. Farklı düşüncelere sahip olsalar da hepsinin temel amacı Çin toplumunda süregelen huzursuzluğa ve istikrarsızlığa bir çözüm getirmekti. Nitekim bu bağlamda halkın arasında öğretmen olarak vazife alan eski memur kesim kendi çevresinde kitleleri toplamış, öğretileri halk tarafından benimsenmeye başlanan bu memurlar zamanla sosyal ve kültürel anlamda elit bir kesim haline gelmişlerdi. Böylece Savaşan Devletler döneminde eski Çin düşüncesi üzerine çok sayıda okulun meydana geldiğini görmekteyiz.
Savaşan Devletler döneminde Çin’de açılan okulların sayısındaki fazlalıktan dolayı bu okullara “yüz okul” denilmeye başlanmıştı. Fakat bunlardan altı tanesi tarihte felsefi yapısıyla ön plana çıkmaktadır. Ünlü Çin tarihçisi Sima Qian’ın babası Sima Tan(ö. MÖ.110) ve diğer bir tarihçi Liu Xin’in(MÖ. 46-23) listesinden yola çıkarak altı okulu ve temel düşüncelerini şöyle özetleyebiliriz:
Ru Jia(儒家): Edipler grubunu temsil eden bu okul içerisinde Konfüçyüs kurucu lider olarak bilinir. Diğer önemli temsilcileri Mencius ve Sunzi (Sun-tzu)’dir. Konfüçyüs kendisini yeni düşüncenin temsilcisi olmaktan ziyade Zhou dönemindeki ideal düzenin bir nakilcisi olarak görmektedir. Göğe, yere ve atalara tapınmaya, ritüellere ve devlet ahlakına önem veren Konfüçyüs öğrencilerini de devlete, törelere ve topluma bağlı, liyakat sahibi bireyler olarak yetiştirmeye özen göstermiştir. “Erdem” ve “Ahlak” ilkelerine bilhassa önem veren Konfüçyüs empatiye ve insan sevgisine de vurgu yaparak bir bakıma felsefesine sosyal bir amaç katmaktadır. Hükümdar ile halkın karşılıklı sorumluluklarının yerine getirilmesinden yana olan Konfüçyüs devletin halkı katı ve kaba kuvvete dayalı yasalarla değil örnek davranışlarla yönetmesi gerektiğini belirtir. Hükümdarların geçici olduğu bir dünyada kalıcı olan asıl unsurun halk olduğu ve devlet ile toplumun güçlü kılınabilmesi için halkın eğitilmesi gerektiği düşüncesindedir. Konfüçyüs’ün ve takipçilerinin felsefesinin günlük yaşama dönük olması onları daha çok metafiziğe ve mistisizme yönelen Daoist felsefeden ayıran en önemli özelliktir. Konfüçyüsçü düşüncenin diğer temsilcileri Mencius ve Sunzi’nın düşünceleri toplumsal boyut olarak ortak olsa da birbirine zıt özellikler içermektedir. Mencius bireysel özgürlükten yanadır. Ahlaki değerlere önem verir ve dine daha yakın durur. İnsanın özünde iyi olduğunu savunan Mencius kötülüğün temelinin aslında insanın kendi doğasını unutmasından kaynaklı olduğu düşüncesindedir. Mencius aile merkezli “her şeyi kuşatan sevgi” görüşünün de sahibidir.[1] Sunzi ise toplumsal kontrole önem verir. Doğacılığı izah eder ve dini düşüncenin karşısındadır. İnsanın özünde kötü olduğuna inanan Sunzi’ya göre insan özünde kötü olan bu doğasını dönüştürme çabasında olmalıdır. Ona göre toplumsal organizasyon olmadan insanların yaşaması mümkün değildir. Bu organizasyon ise ritüeller ile sağlanmalıdır.
Dao-De Jia(道德家): Düşünürleri keşişlerden oluşmakla beraber metafizik, siyasi ve sosyal felsefe hakkındaki tartışmalarda Dao (Yol) ve De (Güç) ilkelerini vurgulamaktadırlar. Kendilerine ideal dönem olarak efsanevi Sarı İmparator’un (Huangdi, MÖ. 2698-2599?) dönemini temel almışlardır. Önderleri Yang Chu olarak bilinse de Zhou döneminde tarihçi olduğu anlaşılan Laozi (Lao-Tzu) bu okulun en bilinen ismidir. Onun akidesi bugün Daoizm olarak bilinmektedir. Laozi bir bakıma Konfüçyüs’ün muhalifidir diyebiliriz. Ona göre Konfüçyüs’ün “Ritüel” ilkesi gösterişten ibaret gereksiz uygulamalardır. Daoizm’in temel ilkesi ise “Eylemsizlik” ilkesidir. Bu ilkeye göre bilge olan kişi yönetimi bir kenara bırakıp doğada inzivaya çekilmeli ve kendisini eğitmelidir. Halk ise bilgisiz ve arzusuz bırakılarak ona tıpkı bir çocuk gibi muamele edilmeli, halkın kendisini yönetmesi sağlanmalıdır. Buradan da Konfüçyüsçülerin “halkın eğitilmesi gerektiği” görüşüne Daoistlerin karşı çıktığı, asıl olarak yönetimde söz sahibi olanların kendilerini eğitmesi gerektiği anlaşılmaktadır. Daoizm’e göre idareciler ne kadar müdahaleci olursa o kadar düzensizlikle karşı karşıya kalacaktır. Eberhard’a göre Daoist felsefe bir bakıma ferdi anarşizmdir.[6] Daoist düşüncede Laozi’nın “Eylemsizlik” ilkesinin yanı sıra Yang Chu’nun “Kaçmak” ilkesi de önemlidir. Bu ilkeye göre “inzivaya çekilmek” kirlenmiş dünyada insanın öz saflığını koruması için bir kaçıştır. Bunların dışında Daoizm’in “Tersine Dönme” önermesi iyi veya kötü durumun uçlarına gelindiğinde tersine dönüş eylemini temsil eder. Daoizm’in bu önermesi Çin toplumunda kötü zamanda umut, iyi zamanda tedbir sağlamayı amaçlamıştır. Daoizm başlangıçta Konfüçyüsçüler ve Mohistlerde olduğu gibi bir okul halinde oluşmadığı için öğretileri sonradan öğrencileri tarafından okul olarak birleştirilmiştir.
Mo Jia(墨家): Mohist okul olarak bilinen bu grup temel olarak feodal devletlerin yıkılmaya uğradığı dönemde o devletlerde görev almış askeri uzmanlardan oluşmaktadır. Bunun dışında zanaatkârların ve tüccarların da bulunduğu Mohist okul katı disiplin içerisinde organizasyonu temsil eder. Kurucusu Mozi (Mo-Tzu) idi. Başlangıçta Konfüçyüsçü olarak görünen Mozi sonraları Konfüçyüs öğretilerinin halkın sıkıntılarını gidermek için yetersiz kaldığını gözlemlemiş, böylece kendi okulunu kurmuştur. Mohistlerin temel felsefesi savaşa karşı olmak, saldırganlığa karşı müdafaayı savunmaktır. Konfüçyüsçülerin en büyük muhalifleri olarak bilinen Mohistler onların aksine Batı Zhou dönemini değil Xia(MÖ. 2183-1752?) dönemini ideal dönem olarak ele alır. Devlet anlayışlarına göre Tanrı ve ruhlar devletin yöneticisini halkın zenginliği ve nüfusun çoğalması için seçmiştir. İlahi bir mahiyet alan devlet totaliter ve mutlak yetkiye sahip olmalıdır. Konfüçyüsçülerin vurguladığı ritüeller ise onlar için zaman ve kaynak israfından başka bir şey değildir. Mohistler Konfüçyüsçülerin “İnsan Sevgisi” ilkesini aile merkezli olduğu için eleştirmekte ve sevgide aileye verilen imtiyazın ayrımcılığa ve bencilliğe yol açtığını ifade etmektedirler. Mohistler için sevgi herkesi ayrımcılık olmadan kapsamalıdır. Fakat burada “Herkes için Sevgi” ilkesi karşılıklı olup herkes için fayda gözetmektedir. Bu nedenle Konfüçyüsçülerin “devlet olması gerektiği için vardır” görüşüne karşı “devlet faydalı olduğu için vardır” görüşünü benimsemişlerdir.
Fa Jia(法家): Yasacı okul olarak bilinen bu grubu sosyal kontrolü sağlamakta yasaların ve hükümdarın gücüne vurgu yapan hukukçular oluşturmaktaydı. En önemli temsilcisi Han Feizi’dır ve onun tavsiyeleriyle Qin Hanedanı döneminde Çin tek bir siyasi çatıda toplanmıştır[2]. Batı Zhou döneminden sonra feodal düzende yaşanan bozulma ve krallıkların özerk hale gelmesi eski kuralların geçerliliğini yitirmesine neden olurken sistemi düzenli kılacak kurallardan da yöneticileri yoksun bırakmıştı. Bu kargaşaya Konfüçyüs ve diğer düşünürlerin çözüm arayışları yöneticiler için gerçekçi çözümler oluşturmuyordu. Geleneksel Çin felsefesi kadim olanı savunur ve kurtuluşu kadimde arardı. Yasacılar ise bu görüşe yeni bir soluk getirerek zamanla değişen şartların ve ihtiyaçların farkına vardılar. Bu nedenle sorunlara daha gerçekçi ve yenilikçi bir şekilde yaklaştılar. Böylece yöneticilerin stratejik danışmanları oldular. Yasacıların “Fa” yani “Standart” ilkesi bir bakıma Mozi’nın felsefesindeki disiplin vurgusuyla benzer özellik gösterir. Yasacılara göre hukuk herkes için geçerli olmakla birlikte devleti hukukla yönetmek doğru olanı övmeyi ve ödüllendirmeyi, yanlış olanı ise suçlamayı ve cezalandırmayı beraberinde getirecektir. Böylece ülke içerisinde aranan barış ve huzur ortamı da sağlanmış olacaktır. Bu nedenle yasacılar Konfüçyüs’ün “lider erdemle ve iyi davranışla halkı yönetir” görüşüne karşı çıkarak liderin otorite ve yasa ile halkı idare etmesi gerektiğini savunurlar. İnsanın özünde iyi olduğunu savunan Daoistler ile insanın özünde kötü olduğunu savunan Yasacılar “eylemsizlik” ilkesinde birleşmektedir. Bu bağlamda yasacılara göre sağlam bir hukuk her şeyi kendiliğinden çözecek ve liderin bir şey yapmasına gerek kalmayacaktır.
Yin Yang Jia(阴阳家): Kozmoloji ile ilgilenen, Çin ahlak ve toplumsal öğretilerini kozmolojik bir temele oturtan bu grubun iki ana ilkesinden “Yin” ve “Yang” zıtlığı temsil etmektedir. Bu zıtlığa rağmen “Yang” başlatıcı ilke, “Yin” ise onu tamamlayıcı ilkedir. “Yin-Yang” felsefesi temelli olan “Wu Xing” yani beş element(su, ateş, ahşap, metal, toprak) düşüncesi ise zıt güçler arasındaki etkileşim ve birbirinin yerini alan eylemsel bir döngü düşüncesidir. Böylece zıtlıkları yok etmeden onların arasında denge, uyum ve eşitliği vurgulayan Yin-Yang okulu bir bakıma evren ile insan arasındaki karşılıklı etkileşimi ele almıştır. Buna göre insanın yanlış bir hareketi doğanın olumsuz reaksiyonuna, doğru hareketi de doğanın olumlu reaksiyonuna neden olacaktır. Yin-Yang felsefesinde uyuma yönelik vurgu hem Konfüçyanizm, hem Daoizm, hem de Budizm için orta yolu oluşturur. Yin-Yang okulunun MÖ. III. Yüzyılda önemli temsilci düşünürü Zou Yan’dır. Zou Yan ayrıca Yin-Yang ve Wu Xing düşüncelerini birleştiren isim olarak bilinmektedir. Onun tarih felsefesi de döngüsel bir etkileşime dayanmaktadır.
Ming Jia(名家): İsimler okulu olarak bilinen ve mantıkçı, tartışmacı ve terminolojist gibi kesimlerden oluşan bu grup isimler ve gerçeklik arasındaki ilişki ile ilgilenirlerdi. Okullarının isminden de anlaşılacağı üzere tartışmalarının merkezinde isimler vardı. Onlara göre isimlerin doğru olması doğru eylemleri beraberinde getirmekte, isimlerin doğru kullanılması toplumu düzenlemektedir. İsimlerle gerçeklik arasındaki ilişkiyi daha önce Konfüçyüsçüler, Daoistler ve Yasacılar da ele almıştır. İsimler okulu ise bu ilişkiyi mantıksal tartışmalarla ve paradokslarla açıklamaya çalışmışlardır fakat bunların detaylı izahını yapmadıkları için niyetleri anlaşılamamıştır. Diğer düşünce okulları gibi toplumsal sorunlara çözüm odaklı yaklaşmadıkları için tartışmalara yol açmışlardır. Savaşan Devletler dönemi ve Batı Han Hanedanı(MÖ. 206 – MS. 9) döneminin kaynaklarına göre İsimler okulunun en bilinen isimleri Deng Xi, Gongsun Long ve Hui Shi’dır. İsimler okuluna ait düşünce yönteminden en bilineni Gongsun Long’un “beyaz bir at, at değildir” önermesidir. Onun bu önermesine göre bir at türlü renkte olabilir fakat beyaz bir at ifade edilirken ancak bir çeşit atı ifade etmekte, doğal olarak beyaz renk ve at bir bütün olarak ele alınarak “beyaz bir at, at değildir” önermesi oluşmaktadır. Hui Shi ise “en büyük, kendisinin ötesinde hiçbir şeye sahip olmayandır, en küçük ise kendi içinde hiçbir şeye sahip olmayandır” önermesiyle mutlak olanı vurgulamakta, birçok paradoks önermeleriyle de yanılsamaları ve göreceli durumları ele almaktadır.
MÖ. VI. Yüzyılda Hindistan’da oluştuğu bilinen Budizm MS. I. Yüzyılda Han Hanedanı döneminde Çin’e girmiş olsa da Çin’de tekrar siyasi bütünlüğün bozulduğu 3. Yüzyıla kadar pek bir rağbet görememiştir. O dönem siyasi bütünlükten yoksun Çin’de Konfüçyüsçülüğün değer kaybettiği ve Budizm’in özellikle Çinli olmayan diğer topluluklar arasında itibar kazandığı görülür. Budizm’in şekillenip Hint Budizm’inden ayrı bir şekilde Çin’e has bir biçim alması ise VI. Yüzyılda Tang Hanedanı döneminde tamamlanmıştır. Çin’de bugün Budizm’in Mahayana kolu en yaygın olanıdır.
Çin Budizm’indeki “aydınlığa ulaşma” düşüncesi Konfüçyüsçü düşüncedeki “örnek insan” ve Daoist düşüncedeki “bilge” anlayışlarıyla benzerlik göstermektedir. Çin Budizm’i düalizm, varlık-yokluk, mutedilik ve mistik dünya anlayışı gibi birçok noktada Hint Budizm’i ile ortak özellikler taşır fakat düalizm konusunda Çin Budizm’inde uyum sağlama düşüncesi ve diyalektik yaklaşımları onu Hint Budizm’inden ayırmaktadır. Çin düşünsel geleneği üzerinde gelişim gösteren Çin Budizm’i sonraları Song Hanedanı(960-1279) döneminde Neo-Konfüçyanizm akımında tesirini göstermiştir.
1] Bu görüşte ailenin merkezde olmasının nedeni çoğunluğu çiftçilerden oluşan Çin toplumunda ekonomik sebeplerden dolayı aile olarak yaşama mecburiyetinin hissedilmesinden kaynaklıdır. Bu da toplumun temel organizasyonunun aile olduğu düşüncesini oluşturmuştur. Son yıllara kadar Çin’de bu aile yapısı varlığını sürdürmüş, bir avlunun etrafında aynı aile mensuplarının yaşadığı geniş evler günümüze kadar varlığını devam ettirmiştir.
[2] Fakat bir yandan da dönemin tarihçileri Qin Hanedanı’nın baskıcı ve merhametsiz otoritesinden dolayı da Han Feizi’yı suçlamaktadır.
Kaynakça
Aydın, Fuat. “Klasik Çin Düşüncesi I(Bir Giriş Denemesi)”, Bülent Ecevit Üniversitesi ilahiyat Fakültesi Dergisi, Cilt 3, Sayı 1, 2016, ss. 29-56.
Droit, Roger-Pol. Başka Diyarların Felsefeleri(Hint, Çin ve Tibet Düşünceleri), İstanbul: Say Yayınları, 2014.
Eberhard, Wolfram. “Eski Çin Felsefesinin Esasları”, Ankara Üniversitesi Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi Dergisi, [S.l.], v. 2, n. 2, (Kasım 2017). s. 265-276.
Lai, Karyn L. An Introduction to Chinese Philosophy(Cambridge Introductions to Philosophy), New York: Cambridge University Press, 2008.
Mou, Bo(Editor). Routledge History of World Philosophies, History of Chinese Philosophy, New York: Routledge, Vol.3, 2009.
Shen, Vincent. “Çin Felsefesinde Gelenek, Metin ve Yorum” (Çev. Burhaneddin Tatar), bilimname VI, 2004/3, ss. 51-73
Störig, H. J. İlkçağ Felsefesi(Hint, Çin, Yunan), İstanbul: Yol Yayınları, 1993
Türker, Nurcan – Çin’deki Düşünce Akımlarına Genel Bakış, s. 289-298
Fung Yu-Lan, Çin Felsefesi Tarihi, İstanbul: İstanbul Bilgi Üniversitesi Yayınları, 2019