En uzun yüzyıl Avrupa diplomasisinin son çeyreğine damga vuran hadiselerden biri, hem Kayzer II. Wilhelm’in Osmanlı İmparatorluğu’na yaptığı ziyaretlerle hem de Bağdat Demiryolu Projesi gibi konularla sesli bir şekilde ilan edilen Türk-Alman yakınlaşması olmuştur. Şayet Türk-Alman yakınlaşmasını sembolize eden bir şahsiyet seçmek durumunda kalsaydık bu şahsiyet şüphesiz, yıllarını Türk ordusunun modernleşmesine adayan Alman generali Colmar von Der Goltz olurdu. 1883 yılında Osmanlı İmparatorluğu’na binbaşı rütbesiyle hizmet etmeye ve işe Türk askeri okullarının eğitimini ıslah etmeyle başlayan Goltz Paşa uzun yıllar boyunca Türkiye’de çalışacaktır. 1897 yılında ülkesine dönse de Jön Türk Devrimi’nden sonra 1908’de yine Türkiye’ye gelecek ve 1916’da Irak’ta hastalanarak hayata gözlerini ikinci vatanı olarak saydığı bu topraklarda yumacaktır ve tabutunun üzerinde Türk ve Alman İmparatorluğu bayraklarıyla Tarabya’daki Alman mezarlığına defnedilecektir.
Goltz Paşa, konumu ve yaptığı icraatleriyle daima tartışmalı bir isim olmuştur. Zira özellikle Abdülhamit Han döneminde Osmanlı’da Alman Krupp ve Mauser silah firmalarının lehine lobi faaliyetleri yürütmüştür[1] ve Türk subayları arasında, bazı tarihçilere göre son derece sakıncalı bir durum olan, “Alman hayranlığının” oluşmasında çok büyük bir etkisi olmuştur.[2] Fakat aynı zamanda, ilerleyen yıllarda Alman İmparatorluğu’nun ilk Genelkurmay Başkanı olacak olan Helmuth von Moltke’nin Türkiye’ye modernizasyon için gelen Alman subaylarının görevine ilişkin yaptığı “Bizim işimiz eski, biraz paslanmış olan eğri kılıcı, olur ki kullanılır diye, artık olabildiği kadar alafranga bilemektir”[3] benzetmesindeki gibi paslanmış olan kılıcı da elinden geldiğince bilemiştir ve Osmanlı’ya çok faydalı hizmetlerde bulunmuştur. Öyle ki Liman von Sanders’in de ifade ettiği gibi Birinci Dünya Savaşı’nda Osmanlı idari kadrolarının ve tabii olarak Cumhuriyetin kurucu kadrolarının çoğunun bizzat hocası olmuştur.[4] 1908’de Türkiye’ye yeniden geldiğindeyse “Babamız yine geldi, şimdi her şey iyi olacak” gibi tepkilerle karşılanmıştır.[5]
Osmanlı İmparatorluğu’nun Zaafları Hakkındaki Düşünceleri
Türkiye’ye gelen pek çok Alman subay gibi Goltz Paşa da imparatorluğu kurtarmak için kendi boyunu aşan düşüncelere dalmıştır. Goltz Paşa’yı diğer subaylardan ayıran ve onun imparatorluk hakkındaki görüşlerini diğer Alman subaylarına nazaran daha kıymetli kılan şey ise, görev süresinin uzun olmasından mütevellit bu ülkeyi diğer Prusyalı ve Alman subaylardan çok daha iyi tanıyor olmasıdır. Goltz Paşa’nın, Osmanlı İmparatorluğu’nun nasıl çöküşten kurtulabileceğine dair fikirlerini en net bir şekilde ifade ettiği metin, Deutsche Rundshau dergisinin Ekim 1897 sayısına yazdığı “Staerke und Schwaeche des Osmanischen Reiches” (Osmanlı’nın Gücü ve Zaafı) başlıklı makaledir. Osmanlı İmparatorluğu’nun zaafların yönelik eleştirileri ise başlıca iki kısma ayrılabilir: Devletin büyüklüğüne ve nüfusuna oranla seferber edebileceği asker sayısının az olması (1) ve başkentin İstanbul olması sebebiyle payitaht ile imparatorluğun diğer bölgeleri arasında irtibatsızlığın bulunması, İstanbul’un devleti hantallaştırması (2).
Osmanlı bürokrasisinin, imparatorluğun her yerine hükmedemeyecek kadar hantal olduğu bu zamana kadar zaten bilinen bir husustur ve Türk modernleşmesinin çözmeyi amaçladığı başlıca meseleler arasında yer almıştır. Bu açıdan Goltz Paşa’nın bu tespiti zaten malumun ilanı olmuştur. Yazdığı makalede, imparatorluğun, özellikle Suriye, Irak, Arabistan ve diğer Afrika vilayetlerinin imparatorluğa hiçbir katkısının olmadığını vurgulamış ve bu bölgelerde vazgeçilmesi gerektiği imasında bulunmuştur:
“Kutsal yerler (Kudüs ve Filistin) ile Hicaz’dan, sair Arabistan ve Afrika eyaletlerinden gelir, yok veya hiç mesabesindedir… Arabistan’da ve güneyde Türk ile gavur hemen hemen aynı mesabededir.”[6]
Bu hususla bağlantılı olarak imparatorluğun seferber edebileceği asker sıkıntısına da değinmiştir:
“Osmanlı Devleti’nin zaafı, muhafazası için bu anda mevcut olan kuvvete nispetle bugün bile çok geniş bulunmasından dolayıdır. Askere alınan halk, Güney Almanya hükümeti ile bağlı prensliklerinin nüfusu kadardır. Bundan çıkan ordu; Almanya, Fransa ve İspanya’nın birlikte teşkil ettiği arazi kadar büyük bir kıtayı işgalden korumak, hududun bir kısmında bulunan asayişi kontrol etmek yahut komşuları göz altında bulundurmak mecburiyetindedir”[7]
Goltz Paşa’nın tespit ettiği diğer ve asıl incelemeye değer sorun ise yukarıda da ifade ettiğim üzere İstanbul’un imparatorluğu hantallaştırdığı ve imparatorluğun merkeziyetçiliği için zararlı olduğuydu:
“Coğrafi yapısından dolayı, İstanbul Boğazı dünya trafiğine geçiş sağlamaktadır. Bütün dünya ile olan ilişkisi sebebiyle İstanbul, uluslararası bir özellik kazanmaktadır. Orada; Londra, Paris, Viyana, Berlin ve Petersburg’da olup bitenler, kendi ülkelerinde olup bitenlerden daha çok biliniyor. İstanbul’dan idare etmesi gerekleri kendi iç meselelerinden daha çok dış meselelere ilgi gösteriyorlar… (Devletin istikbali için) İstanbul kaybedilebilir, ama imparatorluk ve vilayetler kazanılabilir.”[8]
Goltz Paşa’nın sorunları tespiti şüphesiz bir isabetlidir. Zira hem Arap vilayetlerinin ülkeye herhangi bir fayda sağlamaması hem de Anadolu’nun ihmal edildiği tespitleri pek çok hatıratta ifade edilmiştir. Fakat tespit edilen sorunların çözümü hakkında yapmış olduğu öneriler ise, Ramazan Çalık gibi isimler tarafından “Doğu sorununu çözmeye odaklı”, yani Türkleri Avrupa’dan tamamen çıkarmayı amaçlı okunmuştur. Zira Goltz Paşa’yı dinlediğinizde, ağırlıklarından, yani Arap vilayetlerinden “kurtulmuş” ve Anadolu’yu kazanmak pahasına İstanbul’dan vazgeçmiş, yani Anadolu’ya “sıkışmış” bir Türk devleti ile karşılaşmaktayız. Zaten Goltz Paşa aynı makalede, Türklerin ana yurdunun Anadolu olduğunu vurgulamış ve Osmanlı Devleti’nin Selçuklu’nun mirasını devraldığı söyleyerek Osmanlıların sadece Anadolu’ya sahipken bile güçlü bir devlet olabileceği tezini ileri sürmüştür.[9]
Goltz Paşa fikirlerini sadece bir makalede belirtmekle yetinmemiş, meseleyi 1913 yılında dönemin Almanya İstanbul Büyükelçisi olan Freiherr von Wangenheim’a açmıştır. Wangheim’ın konuya bakış açısı ise tam bir diplomatın bakış açısıdır. Büyükelçi Wangheim, hem başkentin İstanbul’da bulunmasının Osmanlı İmparatorluğu’na sağladığı diplomatik gücün ve prestijin farkında olarak hem de Goltz Paşa’nın yaptığı tespitleri yerinde bularak Goltz Paşa’ya farklı ve orta yolcu bir öneri yapmıştır. Bu öneriye göre İstanbul resmi olarak hala imparatorluğun başkenti kalacak fakat Sultan aynı zamanda yılın belirli bir dönemini geçirmek üzere Anadolu’da kendine “ikinci bir merkez” seçecekti.[10] Tabii hem Goltz Paşa’nın hem de Büyükelçi Wangheim’ın nüfuzu böyle bir meselede sonuç almalarını sağlayabilecek kadar güçlü değildi. Dolayısıyla bu mesele ikili arasında yapılan mektuplaşmalardan ileri gitmemiştir.
Goltz Paşa’nın bu fikirleri hiçbir zaman Osmanlı hükümeti tarafından benimsenmedi ve yürürlüğe sokulmadı. Fakat olaylar öyle bir gelişti ki Türk devletinin kurtuluşu tam olarak Goltz Paşa’nın tasvir ettiği bir şekilde gerçekleşti. Goltz Paşa’nın 1916’daki vefatından iki yıl sonra imparatorluk kendini Arap vilayetlerini kaybetmiş, başkentini ve Anadolu’yu işgal altında bulmuştu. İstanbul’daki hükümet eli kolu bağlı bir şekilde İtilaf Devletleri’nin işgalini kabullenirken bazı Türk subay ve generaller, yönlerini Anadolu’ya dönerek köklerini Anadolu’dan alan bir kurtuluş mücadelesi başlatmış ve hadiseler Ankara’da İstanbul’a alternatif bir hükümet kurmayı gerektirecek şekilde gelişmiştir. Böylelikle Türk devleti, tam da Goltz Paşa’nın bahsettiği gibi “büyük bir lider” önderliğinde kurtuluşunu sağlamıştır.[11]
[1] Naci Yorulmaz, Büyük Savaşın Kara Kutusu, Kronik Kitap, 2018, sayfa 20 ve 26
[2] İlber Ortaylı, Osmanlı İmparatorluğu’nda Alman Nüfuzu, Kronik Kitap, 2018, sayfa 100
[3] Helmuth von Moltke, Türkiye Mektupları, Remzi Kitabevi, 2017, sayfa 213
[4] Liman von Sanders, Türkiye’de Beş Yıl, İş Bankası Kültür Yayınları, 2018, sayfa 76
[5] Faruk Yılmaz, Yirminci Yüzyıl Başlarında Osmanlı-Alman İlişkileri “Golç Paşa’nın Hatıratı”, İz Yayıncılık, 2012, Sayfa 84
[6] Faruk Yılmaz, a.g.e., sayfa 39 ve 44
[7] Faruk Yılmaz, a.g.e., sayfa 56
[8] Ramazan Çalık, Colmar Freiherr Von Der Goltz Paşa ve Bazı Görüşleri, Atatürk Araştırma Merkezi Dergisi, Cilt XII, Kasım 1992, sayfa 792
[9] Faruk Yılmaz, a.g.e., sayfa 35
[10] Ramazan Çalık, a.g.e. 79
[11] Ramazan Çalık, a.g.e., sayfa 776
ÇALIK Ramazan, Colmar Freiherr Von Der Goltz Paşa ve Bazı Görüşleri, Atatürk Araştırma Merkezi Dergisi, Cilt XII, Kasım 1992
MOLTKE Helmuth von, Türkiye Mektupları, Remzi Kitabevi, 2017
ORTAYLI İlber, Osmanlı İmparatorluğu’nda Alman Nüfuzu, Kronik Kitap, 2018
SANDERS Liman von, Türkiye’de Beş Yıl, İş Bankası Kültür Yayınları, 2018
YILMAZ Faruk, Yirminci Yüzyıl Başlarında Osmanlı-Alman İlişkileri “Golç Paşa’nın Hatıratı”, İz Yayıncılık, 2012
YORULMAZ Naci, Büyük Savaşın Kara Kutusu, Kronik Kitap, 2018