Tarikakli Logo
Yükleniyor...
Hristiyan Dünyasının Parçalanma Serüveni: Alman Reform Hareketi ve 1555 Augsburg Barışı
Tem 19, 2023

Hristiyanlığın parçalanmasına giden süreci incelemeden önce, 16.yüzyılın başlarında Avrupa sosyal yaşantısının durumu açısından genel bir değerlendirmede bulunacak olursak, zenginleşme ve refah artışının beraberinde getirdiği çeşitlilik, bu çeşitliliğin de katkıda bulunduğu birleştirici bir sosyal yaşantının varlığından söz edilebilir. Osmanlı toprakları haricindeki Avrupa’nın bütünüyle Hristiyan olduğu, Osmanlı kontrolündeki Avrupa topraklarında İslam’ın iki yüz yıl kadar daha süreceği bir dönemin başlarını belirten 1500’lü yılların ilk çeyreği, aslında Hristiyan dünyasındaki önemli bir ayrılığın da yakın geçmişine komşuluk ediyordu. 1453 yılında Doğu Roma İmparatorluğu’nun başkenti Constantinopolis, Osmanlı tarafından işgal edilmişti, bu sebepten ötürü 1453 yılı aynı zamanda Hristiyanlık dünyasındaki Ortodoks ve Roma kiliselerinin arasındaki ayrılığa da işaret etmektedir.

1500’lü yılların başında, Katolik olan Batı Avrupa’da otoritenin elde tutulduğu tek kurum kiliseydi. Laik hukuk kurallarının yanı sıra kilisenin kendi dini kuralları da vardı. Kıta çapındaki tüm üniversiteler din adamları tarafından yürütülüyor ve bu durum halk tarafından da normal karşılanıyordu. Ancak yine bu yıllarda ortaya çıkan bir dizi hareket, daha sonra “Protestan Reformasyonu” olarak adlandırılacak ve kilisenin Orta Çağ’dan bu yana sağladığı otoritesini ve Hristiyan dünyası arasındaki  inanç birliğini temelden sarsacaktı. Her ne kadar belli bir kesim tarafından yapıldığı şeklinde bir adlandırılmada bulunulsa da, “Reformasyon” hareketi kendi içerisinde köklü, zengin ve karmaşık temellere sahipti. Sonuçları arasında yeni kilise kültürlerinin ortaya çıkması, İncil’in farklı şekillerde vaaz edilmesi ve milyonlarca insanın yaşam kavramını titizlikle oluşturulan bireysel ahlak ve vicdan kurallarına göre yeniden şekillendirilmesi gibi önemli etkiler bulunan bir hareketti (Roberts 2015:313). Başlangıçta dini otorite konusunda önemsiz bir tartışma olarak görülen bu hareket temelde aynı zamanda prenslikler ve kilise arasında bir iktidar savaşı, otoriteye karşı bir halk başkaldırısı ve kilise içinde sapmalar yaşandığını savunan bazı din adamlarının kiliseyi doğru yola sokma çabasını içerir.


İlk olarak prenslikler ve kilise arasındaki iktidar savaşına değinilecek olursa, kilisenin 15.yy başlarında zenginler, monarklar ve prensler arasında itibar kaybettiği bir gerçektir. Bunun sebepleri olarak ise kilisenin sahip olduğu ruhani liderliğin prenslerin sahip olduğu dünyevi liderliğin önüne geçmek istemesi, monarklar ve zenginlere dayatılan birtakım vergiler ve kısıtlamalar gösterilebilir. Prensler 16.yy’ın başlarına doğru kilisenin Kutsal Roma İmparatorluğu ile yaptığı ittifaktan hayli rahatsızdı, bu sebeple kiliseden ayrılmayı düşünmeye başlamışlardı. Prenslerin amaçları temelde kendi tahtlarına bağlı ulusal kiliseler kurulmasıydı. Genel anlamda prensler ve monarkların bu hareketi ve talepleri dini bir nitelik taşımasa da Reform hareketinin başlıca sebeplerinden birisi olmuştur.

İkinci olarak, halkın kiliseye olan başkaldırısı ise tamamen dini nitelikteydi (Sander 2010:84). Kilisenin gücünü sorgulamaktan çok kilisenin dini anlamda zayıf kalmasını eleştiriyorlardı. Halk, doğumundan ölümüne kadar olan süreçte kilisenin etkisini günlük hayatında fazlasıyla hissediyordu, bundan şikayetçi değillerdi ancak ruhani açıdan kötülüğe karşı yürütülecek olan savaşta kilisenin önderlik rolünün zayıf kaldığından bahsediyorlardı. Bunun yanı sıra Hristiyan dünyasına öncülük etmesi beklenen papanın varlıklı ve dünyevi bir prens haline gelmiş olması da halkı rahatsız eden bir başka durumdu. Roma kilisesi ile ilişkilerini kesmeye gücü olmayan bu kesim,kilisenin kendi otoritesine kendi inciline sahip olmasını istiyordu. Daha sonraları Martin Luther Alman Protestanlığı’nın büyük önderi olarak sahneye çıkacak ve hareketi ateşleyen isim olacaktır.


Üçüncü olarak, kilise içerisindeki bazı din adamları kiliseyi doğru yola çekerek kilisenin gücünü artırmayı hedeflemiştir (Sander 2010: 84). Martin Luther bu anlamda kiliseyi reforme etmekten ziyade insanların İncil’i okuyarak kendilerince yorumlayabileceği ve İncil’den çıkarılacak ilkeler üzerine yeni bir kilise kurmayı hedeflemişti. Ayrıca din adamları üzerindeki evlilik yasağının kaldırılması, kilise üyelerinin halktan daha fazla insiyatif sahibi olmaması gerektiğini, günah çıkarmanın yasaklanması gerektiğini savunmuştur. 1517’de Luther’in  bir keşiş olarak yaptığı eylem Hristiyan birliğinin parçalanması ve Almanya’da farklı ve yeni bir ulusal bilinci harekete geçirmesi gibi büyük etkiler ile sonuçlanacak bir din devrimine sebep olacaktı. Luther bu görüşlerini ve diğer eleştirilerini 95 maddelik bir tez halinde Latince kağıda dökerek kilisenin kapısına asarak ileride yaşanacak protestoların fitilini ateşlemiştir. Bu eleştirisinden ötürü Luther’in vaaz vermesi Roma kilisesi tarafından yasaklanmıştır. Ancak tüm bunlar yaşanırken Luther’in 95 maddelik tezi çoktan Almanca’ya çevrilmiş ve yayılmıştır. Bu yolla aynı düşünce altına topladığı köylüler ve prensler ile kiliseye karşı devletin üstünlüğünü savunmaya başlamıştır.

Luther 1520’de kendini aforoz eden papanın fermanını topluluk önünde yakarak kararlılığını bir kez daha halka kanıtladı ve vaaz vermeye devam etti. Zamanla Batı Avrupa ve Almanya’daki halk Luther’in çevirmiş olduğu İncil’i merakla okumaya başlamışlardı. Luther bu yolla farklı yorumlamalar yapabilen ve görüşler ortaya atabilen bir kitlenin önderi haline gelmişti. Bu esnada Luther 1521 yılında İmparator V.Karl tarafından kanun kaçağı ilan edildi ve tüm yasal hakları elinden alındı. Ölüm yılı olan 1546’ya dek bir kaçak olarak hayatını sürdüren Luther yine aynı yıl Protestan Alman prenslerinin başlatmış olduğu ve Fransa’nın destek verdiği, hala Katolik olan İmparator V.Charles ve onun prensliklerine karşı başlatılan savaşın mimarı olmuştur. Bu savaş bir “Katolik-Protestan Savaşı” olma özelliği ile Avrupa din savaşları tarihinde kendine yer edinmiştir. Her ne kadar Protestanlık galip gelmiş görünse de, sonunda ortada ciddi bir siyasal çıkmaz olduğu, ne Katoliklerin ne de Protestanlığın ortadan kalkmayacağı anlaşılınca  1555 yılında Augsburg Barışı ile son bulan bu savaş  bir ‘’anlaşamama üzerine anlaşma’’ ile sonuçlandı. (Fulbrook 2014: 57)

Augsburg Barışı bir mezhep savaşını sonlandırmasına rağmen arkasında birtakım sorunlar da bırakmıştır. İleride gelişecek olan Kalvenciliğin kendine Protestanlığın karşısında yer edineceği hesap edilememişti. Kültürel açıdan parçalanmış olan Almanya aynı zamanda siyasetin bölgeselleşmesi ile de karşı karşıya kalmıştı. Bu sonuçların yanı sıra Reformasyon hareketinin önemli sonuçları arasında Kilise’nin bugünkü halini alması, papalığın devlet yönetiminden ayrı olarak dini bir kurum haline gelmesi, Hristiyan dünyasının mezhep ayrılıkları üzerinde anlaşamayacağının farkına varılması ile laikliğe ve modern bilime giden kapının açılması gibi gelişmeler bulunmaktadır. (Sander 2010: 88)

KAYNAKÇA

FULBROOK,Marry, Almanya’nın Kısa Tarihi, Boğaziçi Üniversitesi Yayınevi, İstanbul, 2014.

ROBERTS,J.M., Avrupa Tarihi, İnkılap Kitabevi, İstanbul, 2015.

SANDER,Oral, Siyasi Tarih: İlkçağlardan 1918’e, I. Cilt, İmge Yayınevi, Ankara, 2010