Alman İmparatorluğu’nu 1871’deki kuruluşundan 1918’deki yıkılışına kadar iki dönemde incelemek mümkün: 1871’den 1890’a kadar süren Bismarck dönemi ve 1890’dan 1918’e kadar süren II. Wilhelm dönemi. İki dönem arasında ise fazlasıyla belirgin farklar mevcut. Bismarck döneminde daha ihtiyatlı, sağlam ve müzakereler üzerine kurulu bir dış politika izlendiğini görürken II. Wilhelm döneminde ise daha agresif ve kaba kuvvete dayanan bir politikanın izlendiğini görüyoruz. Bismarck döneminde Almanya Avrupa’yı domine eden bir güç iken II. Wilhelm döneminde ise yalnızlaşan ve buna bağlı olarak diplomatik olarak zayıflayan ve en sonunda yıkılan bir Almanya görüyoruz. Tüm bunlar, içinde bulunduğumuz sosyal medyada, Almanya’nın yıkılışından, Bismarck’ın politikalarını izlemediği gerekçesiyle II. Wilhelm’i sorumlu tutan popüler bir görüşün doğmasına sebep olmuş gibi görünüyor. Meseleye yalnızca Almanya açısından baktığımızda karşımıza böyle bir tablonun çıkması fazlasıyla muhtemel fakat Bismarck’ın kurduğu İttifaklar Sistemi içerisindeki devletlerin açısından baktığımızda da aslında bu popüler olan bu kanaatin doğru olmadığını görebiliriz. Bu yazıda da meseleyi biraz daha Almanya dışındaki aktörlerin, özellikle de Rusya ve İngiltere’nin gözünden inceleyerek Almanya’nın ve İttifaklar Sistemi’nin içinde bulunduğu çıkmaza dikkat çekmeyi amaçlıyorum.
Diplomatlar genel itibariyle, dana önce belirlenmiş ve o anda uygulanmakta olan bir dış politikayı idare ederler. Bu dış politika ise birçok iç ve dış etken tarafından, diplomatların elinde olmayan sebeplerce oluşturulur. Fakat Bismarck, 1871 yılında Avrupa’nın ortasında yeni bir devlet kurduğunda, bu yeni devlet ile birlikte sıfırdan yeni bir diplomasi geliştirdi. Yani Bismarck, daha önce hiçbir diplomata nasip olmamış bir imkâna, kendi devletinin diplomasisinin koşullarını kendi yaratma imkânına sahip oldu ve daha önce Bismarck dönemine ilişkin yazmış olduğum yazıda da gözlemleyebileceğiniz üzere bu şekilde kendisine sınırsız bir hareket alanı açtı.[1] Halefi II. Wilhelm ise Bismarck’ın aksine, önceden kurulmuş bir diplomasi üzerine hükümdar oldu.
Bismarck, 1890’da, iç siyasette kendini bir çıkmazda bulup istifa ettiğinde gerisinde çökmekte olan bir sistem bıraktı. İşte II. Wilhelm’in hükümdar olduğu diplomasi bu diplomasiydi. Bismarck’ın 1870’lerde kurmaya başladığı karmaşık ittifaklar sistemi temel olarak İtalya-Avusturya-Almanya arasında imzalanan Üçlü İttifak’a ve Fransa ile ittifak yapmaması için Rusya ile imzalanan teminat anlaşmasına bağlıydı. Bunun dışında fazla agresif davranmayarak, birbirleriyle pek çok yerde karşı karşıya gelen Rusya ve İngiltere gibi ülkelerin birbirlerine tehdit olmalarını sağlamak da Bismarck’ın diplomasi alanında uyguladığı temel ilkelerden biriydi.
II. Wilhelm, 1890’da tamamen gücü devraldığında ise Bismarck’ın kurmuş olduğu ittifaklar sistemi çökmek üzereydi; zira İtalya, Üçlü İttifak’a ilk beş yıldan sonra sıcak bakmamış ve Üçlü İttifak’ı, Almanya’dan ve Avusturya’dan tavizler elde ederek denizaşırı maceralarda ittifaktaki devletlerin desteğini elde etmiştir.[2] Almanya ile Rusya arasında ise “ne senle ne de sensiz” şeklinde ifade edebileceğimiz bir ilişki vardı. Bismarck Rusya’yı her zaman Almanya’ya yakın tutmaya çalışmış fakat iki ülke arasındaki ilişkiler genel olarak zayıflama eğiliminde olmuştu. İlk başta Rusya; Almanya, Avusturya ve Rusya arasında imzalanan fakat uzun ömürlü olmayan Üçlü İmparatorlar Ligi’nde (Dreikaiserbund) tutulmaya çalışıldı. Fakat bunda başarılı olunamadı ve Rusya’nın Almanya’dan uzaklaşmasını engellemek için Üçlü İmparatorlar Ligi yerine Almanya ile Rusya arasında 1887’de teminat anlaşması imzalandı. 1890’a geldiğimizde ise Rusya tarafında bu anlaşmayı imzalama taraftarları azalmaktaydı. Özellikle Fransa ile 1887’de yaşanan krizden sonra Fransız-Rus yakınlaşmanın söz konusu olması, Rusya’nın bu teminat anlaşmalarını imzalamak dışındaki seçenekleri de çoğaldı.[3] Fransa’yla ise, zaten Alsas-Loren’in Almanya tarafından 1871’de ilhak edilmesi sebebiyle ilişkiler her an gerilmeye müsaitti. İngiltere ise kamuoyunun etkisindeki ve denetimindeki bir parlamento tarafından idare edildiği için Bismarck’a güven vermiyordu.[4] Yapılan tüm anlaşmaların Avam Kamarası’nda oylanma zorunluluğu, İngiltere ile Bismarckvari bir gizli diplomasinin icra edilmesine engel teşkil ediyordu. Dolayısıyla Bismarck İngiltere ile anlaşma yapmaktan kaçınmış ve İngiltere’yi İttifaklar Sistemi’ne; İspanya, İtalya ve Avusturya gibi devletlerle yapılan Akdeniz Anlaşmaları aracılığıyla dahil etmiştir.[5] Almanya-Osmanlı ilişkileri ise Bismarck döneminde yeni yeni başlamaktaydı ve iki ülke arasında askeri modernizasyon programları yürütülmekteydi. Goltz Paşa gibi Büyük Savaş’ın mühim simaları bu dönemde Osmanlı’da görev yapmaya başlamışlardı.[6] Fakat her şeye rağmen, Bismarck için Osmanlı İmparatorluğu, II. Wilhelm için olduğu kadar önemli değildi. Feroze Yasamee’nin de ifade ettiği gibi Bismarck Osmanlı’yı, yalnızca kendi menfaatleri uğruna Avrupalıları üzerine salabileceği ve onları bu şekilde oyalayabileceği bir satranç taşı olarak görmekteydi.[7] Fakat II. Wilhelm’e geliştirmeye müsait ve müthiş bir ittifak kurma potansiyeli olan bir Alman-Türk ilişkileri bırakmıştı.
Dolayısıyla gördüğümüz üzere Bismarck gerisinde; İtalya ve Rusya ile pamuk ipliğine bağlı ve her gün zayıflamakta olan bir ittifak, Fransa ile her an herhangi sebeple gerilmeye müsait ilişkiler, İngiltere ile belirsizlik ilişkiler, Osmanlı’yla ise gelişmeye müsait ilişkiler bırakmıştı.