Tarikakli Logo
Yükleniyor...
Küresel Siyaset ve Değişen Dünya Düzeni
Tem 19, 2023

Tarih bir hikâye anlatısı veya kronoloji değildir. Uluslararası olguların, devlet politikalarının ve davranışlarının, güncel olayların incelenmesinde ve açıklamasında tarihsel derinliğe inerek geçmişin bilgisine ulaşmak ve ondan yararlanmak sadece gerekli değil, aynı zamanda zorunluluktur.

Tarihin tüm evrelerinde uluslararası aktörler dünya zenginliklerini kendi menfaatleri için kullanmayı ve yararlanmayı öngören politikalar üretmişlerdir. Sistemin özelliklerine bağlı olarak bazen bir, bazen de birden fazla oyuncu zenginlikler üzerinde diğerlerine oranla daha fazla hakimiyet kurma olanağı bulmuştur.

Stratejik, jeopolitik yerler üzerinde hakimiyet kurmaya yönelen, hegemonyalarını güçlü zemin üzerine inşa eden ve söz konusu hatlar üzerindeki baskılarını ve politikalarını dönemin dinamiklerine uygun araçlarla sürdüren her oyuncu, bu politikalarına ve kullandığı baskı unsurlarına meşruiyet sağlayacak bir doktrin, açıklama düzlemi geliştirmiştir.

Avrupa için uluslararası sistemin en önemli aktörü olan modern devlet sistemlerinin ortaya çıkması 1648 yılında, Avrupa’da Otuz Yıl Savaşlarının sonucunda yapılan Westphalia Barışı ile ortaya konmuştur. [1]

Westphalia Antlaşmasının yarattığı dünya düzeni Avrupa ülkeleri için; devletlerin içişlerine karışmama, devletlerin bağımsız egemenliği ve kendileri tarafından yaratılan uluslararası hukuk kurallarına uyma şeklinde gelişmiştir.

Sırasıyla Mayıs ve Ağustos 1945’te Nazi Almanyası ve Japon İmparatorluğu’nun şartlı teslimiyetleri, değişen küresel düzende doğrudan doğruya silahlı kuvvetler ile küresel hegemonya elde etme girişimini sonlandırmıştı.

Soğuk Savaş

II. Dünya Savaşı’ndan sonra kurulan düzen geleneksel güç sistemi ile Amerikan idealizminden oluşmuştur. [2] SSCB bu düzenin bir sömürü düzeni olduğunu ileri sürerek karşı çıkmıştır. Böylece dünya iki kutuplu bir sömürü düzenine kavuşmuş ve Soğuk Savaş resmen başlamıştır. SSCB, II.Dünya Savaşı’nı ABD gibi savaşı galip ve süper güç haline gelerek sonlandırmıştı.

Savaş sonrası Sovyetler de Amerikalılar da işgal ettikleri ülkeleri doğrudan yönetmeye çalışmayıp resmi olarak egemenliklerini korumalarına izin verdi. Amerikalıların söylediklerine göre [3] onların Avrupa’da doğrudan çıkarları yoktu ama orada onlar için muazzam bir  stratejik tehdit vardı. Geçmişten bugüne İngilizler de Amerikalılar da Avrupa’nın tek bir egemen altında birleşmesini istememiştir. Avrupa’daki güç dengesinin sürdürülebilir olmadığı gelişen onca olaydan sonra kesin olarak anlaşılmıştı. Napolyon Savaşları, Birinci ve İkinci Dünya Savaşı vs… 19. yüzyılın başında Napolyon, 20. yüzyılda da iki büyük dünya savaşında Almanlar Avrupa’nın dengesini bozmuştu. Fakat ikinci büyük savaşın sonunda Almanların yerini Sovyetler almıştı Batı’ya göre. Amerika’nın yokluğunda Avrupa’nın geri kalanı da gerek askeri gerek ideolojik olarak Sovyetler tarafından hakimiyet altına alınabilirdi. ABD’nin buna ‘’izin vermesinin’’ bir yolu yoktu. Bu nedenle 1. Dünya Savaşı’ndan sonraki tam geri çekilme fikri bu sefer uygulamaya konmadı.

Küresel Siyaset ve Değişen Dünya Düzeni

Yazar: Tunahan Akkoyun

Şubat 10th, 2019

Tarih bir hikâye anlatısı veya kronoloji değildir. Uluslararası olguların, devlet politikalarının ve davranışlarının, güncel olayların incelenmesinde ve açıklamasında tarihsel derinliğe inerek geçmişin bilgisine ulaşmak ve ondan yararlanmak sadece gerekli değil, aynı zamanda zorunluluktur.

Tarihin tüm evrelerinde uluslararası aktörler dünya zenginliklerini kendi menfaatleri için kullanmayı ve yararlanmayı öngören politikalar üretmişlerdir. Sistemin özelliklerine bağlı olarak bazen bir, bazen de birden fazla oyuncu zenginlikler üzerinde diğerlerine oranla daha fazla hakimiyet kurma olanağı bulmuştur.

Stratejik, jeopolitik yerler üzerinde hakimiyet kurmaya yönelen, hegemonyalarını güçlü zemin üzerine inşa eden ve söz konusu hatlar üzerindeki baskılarını ve politikalarını dönemin dinamiklerine uygun araçlarla sürdüren her oyuncu, bu politikalarına ve kullandığı baskı unsurlarına meşruiyet sağlayacak bir doktrin, açıklama düzlemi geliştirmiştir.

Avrupa için uluslararası sistemin en önemli aktörü olan modern devlet sistemlerinin ortaya çıkması 1648 yılında, Avrupa’da Otuz Yıl Savaşlarının sonucunda yapılan Westphalia Barışı ile ortaya konmuştur. [1]

Westphalia Antlaşmasının yarattığı dünya düzeni Avrupa ülkeleri için; devletlerin içişlerine karışmama, devletlerin bağımsız egemenliği ve kendileri tarafından yaratılan uluslararası hukuk kurallarına uyma şeklinde gelişmiştir.

Sırasıyla Mayıs ve Ağustos 1945’te Nazi Almanyası ve Japon İmparatorluğu’nun şartlı teslimiyetleri, değişen küresel düzende doğrudan doğruya silahlı kuvvetler ile küresel hegemonya elde etme girişimini sonlandırmıştı.

Soğuk Savaş

II. Dünya Savaşı’ndan sonra kurulan düzen geleneksel güç sistemi ile Amerikan idealizminden oluşmuştur. [2] SSCB bu düzenin bir sömürü düzeni olduğunu ileri sürerek karşı çıkmıştır. Böylece dünya iki kutuplu bir sömürü düzenine kavuşmuş ve Soğuk Savaş resmen başlamıştır. SSCB, II.Dünya Savaşı’nı ABD gibi savaşı galip ve süper güç haline gelerek sonlandırmıştı.

Savaş sonrası Sovyetler de Amerikalılar da işgal ettikleri ülkeleri doğrudan yönetmeye çalışmayıp resmi olarak egemenliklerini korumalarına izin verdi. Amerikalıların söylediklerine göre [3] onların Avrupa’da doğrudan çıkarları yoktu ama orada onlar için muazzam bir  stratejik tehdit vardı. Geçmişten bugüne İngilizler de Amerikalılar da Avrupa’nın tek bir egemen altında birleşmesini istememiştir. Avrupa’daki güç dengesinin sürdürülebilir olmadığı gelişen onca olaydan sonra kesin olarak anlaşılmıştı. Napolyon Savaşları, Birinci ve İkinci Dünya Savaşı vs… 19. yüzyılın başında Napolyon, 20. yüzyılda da iki büyük dünya savaşında Almanlar Avrupa’nın dengesini bozmuştu. Fakat ikinci büyük savaşın sonunda Almanların yerini Sovyetler almıştı Batı’ya göre. Amerika’nın yokluğunda Avrupa’nın geri kalanı da gerek askeri gerek ideolojik olarak Sovyetler tarafından hakimiyet altına alınabilirdi. ABD’nin buna ‘’izin vermesinin’’ bir yolu yoktu. Bu nedenle 1. Dünya Savaşı’ndan sonraki tam geri çekilme fikri bu sefer uygulamaya konmadı.

Soğuk Savaş karşılıklı korkuya dayanıyordu. İki taraf da ittifaklar sistemi ve paktlar yaratarak korkularının üstesinden geliyordu. Bu şekilde iki başat güç tarafından dünya ikiye bölündü ve paylaşıldı.

Soğuk Savaş’ı geçen otuz yıldan farklı kılan şey iki kilit güç arasında hiçbir zaman gerçek bir savaş yaşanmamasıydı. Krizler jeopolitik ve ideolojik olarak doruktaydı ama ‘’kıvılcımlar’’ hiçbir zaman parlamadı.

Hem Birleşik Devletler hem de Sovyetler Birliği, karşıt emperyalist yönetimi yıkmaya çalışan antiemperyalist projeler olarak kurulmuştu. Antiemperyalist söylemleri olsa da kendilerini emperyalist doktrinler ve misyon içinde buluyorlardı. Birleşik Devletler, ülkeleri Sovyet egemenliğinden kurtarmaya çalışıyordu. Sovyetler ise onları Amerikan emperyalizminden. Her iki ülkenin vizyonunun da ahlaki misyonlarıyla alakası yoktu.

Soğuk Savaşın son döneminde uluslararası sistemin temel özelliği olan iki-kutuplu yapının dağılması ile birlikte uluslararası konumu belirleyen siyasi, ekonomik ve güvenlikle ilgili dış parametreler önemli değişiklikler geçirmiştir. [4]

1990’ların başında Sovyetler Birliği çökerken dünya yeni düzenin işaretlerini vermiştir. Aralık 1991 sonlarında Kremlin kulelerinden kızıl bayrağın inmesi sadece Sovyetler Birliği’nin dağılmasına değil, küresel egemenlik aramış ideolojilerin son nefeslerine işaret ediyordu. Lakin SSCB’nin yıkılışı ne kesin ne de aniydi. Karmakarışık, uzun süreli, nedensellikleri tartışmalı ve muğlaktı. Eski Sovyet uydu ülkelerinin Bağımsız Devletler Topluluğu(BDT) olarak yeniden adlandırılması bile sorular sorulmasına neden oluyordu. ‘’BDT’’ eski Sovyet emperyalist sistemi için yeni bir ifade miydi, yoksa bunca zaman Kremlin’den yönetilmiş olan imparatorluk tamamen yıkılmış mıydı?

Soğuk Savaş sonrası Küreselleşme olgusu oluşmaya başlamıştır. Dünya düzeni açısından batılı devletlerin beklentileri dünyanın bundan sonra; demokrasi, insan hakları, serbest piyasa ekonomisi, uluslararası hukuka uyma hususunda ortak bir paradigmaya gitmesiydi.

Ancak, batılı devletler ve diğerleri[5] demokrasinin anlamı ve içeriği, insan hakları, uluslararası hukukun hakça uygulanması ile ilgili kurallarda anlaşamadılar. Filhakika, taraflar bu kavramları kendi vizyonlarına göre yorumlayarak birbirleriyle yaptıkları mücadelede eylemlerinin meşruluğunu sağlamak üzere kullandılar. Mamafih, uluslararası hukuk; uluslararası sistemin uyulması gereken kurallarını belirlemesine rağmen bu kuralların uygulamasını sağlayacak bir güç yapısını ortaya koyamadı. Uygulamalardaki dengesizlikler büyüdükçe jeopolitiğin yeni merkezleri arasında yeni çatışma alanları doğdu ve çatışmalar büyük ölçüde arttı.

Soğuk Savaş Sonrası Dünya Siyasetinin Dönüm Noktası Olan On Önemli Gelişme, 1990-2006

1-Sosyalist yönetimlerin Doğu Avrupa’daki sonları ve birliğin parçalanması.

2- Birinci Körfez Savaşı’ndaki Amerikan zaferi politik açıdan ziyan edilmiştir ve bölge barışı peşine düşülmemiştir. Bölgede ABD karşıtı birçok radikal grup ortaya çıkmaya başlamıştır.

3- NATO ve Avrupa Birliği, Doğu Avrupa’yı içine alarak genişlemiştir ve de genişlemeye devam ediyor.

4- Dünya Ticaret Organizasyonunun (WTO) kurulması ile küreselleşme olgusu kurumsallaşmıştır.

5- Asya finansal krizi, yeni ortaya çıkan Orta ve Doğu Asya bölgesel topluluğunun kuruluşunuz hazırlar, Çin egemenliği olarak yorumlanacaktır.(Şangay Beşlisi)

6- Çeçen Savaşı’nın vuku bulması, Kosova’daki NATO çatışması, Rus milliyetçiliğinde ve devletçiliğinde öne çıkan Vladimir Putin’in başkan olması. Rusya’daki batı yanlısı olduğu iddia edilen birçok özel enerji şirketinin kamulaştırılması.

7-Hindistan ve Pakistan nükleer güç olma fikirleri ile küresel güçlere kafa tutar. Kuzey Kore ve İran örtülü nükleer kapasite elde etme çabalarını yoğunlaştırır.

8-11 Eylül, İkiz Kuleler Saldırısı Amerika’yı sarsar ve ABD teröre savaş ilan eder.

9-Atlantik topluluğu, ABD’nin Irak’taki savaşı ve konumu üzerinde  uzlaşmazlığa düşer. Avrupa Birliği kendi siyasi nüfuzunu geliştirmede başarısız olur.

10-Orta Doğu’nun Amerikan hegemonyası için yap-boz haline dönüşmesi. ABD’nin Irak’taki zaferi sonrası başarısızlığıyla Amerikan gücünün kapsamı yerle bir olur. [6]

George H.W. Bush, öncelikle hassas bir vazife olan SSCB’nin parçalanmasını barış içerisinde kontrol altında tutma ve Saddam Hüseyin’in hırslarını makul bir ölçüye indirmeye odaklandı.

SSCB’nin dağılmasının en ivedi etkisi Arap devletlerinde özellikle İsrail’e olan tutumlarında Sovyetlerin askeri ve siyasi desteğine güvenen Irak ve Suriye’de görüldü. Stratejik sponsorlarından mahrum kalan Arap devletleri artık stratejik olarak başıboştular. [7]

Bunların neticesinde ilk büyük Soğuk Savaş sonraki anlaşmazlık bu koşullar ve bu ortamda çıktı ortaya. Irak, Ağustos 1990’da Kuveyt’i işgal etti. Olay sadece saldırgan ve başıboş bir gücün para ve petrol için komşusuna saldırması olarak görüldü.  ABD’nin bu duruma karşı dört politikası vardı. Birincisi, bir ülkenin ABD ile güvenlik antlaşması olan bir ülkeye saldırması kabul edilemezdi. İkincisi, Irak’ın zaten bir kısmını kontrol ettiği dünya petrolünün daha büyük bir kısmını kontrol altına alması ve bölgede gücünü arttırması (o yıllarda yorumlamalara göre zaten Irak bölgesel bir güçtü) ABD menfaatlerine uygun değildi. Naçizane şahsi fikrimi ekleyecek olursam eğer ABD’nin bu açıklamalarını ve görüşlerini samimi ve gerçekçi bulmuyorum. Zira bundan iki yıl öncesine kadar İran ile savaşan Irak’a çok büyük miktarda silah satmıştı ABD. Zaten SSCB’nin de dağılmasından sonra silah satan yegane güç olan ABD’nin bölgede çıkacak olan herhangi bir çatışmadan kârlı çıkmaması söz konusu değildir. Yoksa açıklamalarında samimiydilerse Irak’a askeri desteğin ardından askeri müdahalede bulunmak vizyonsuzluk değil de nedir?

ABD’nin diğer iki politikasına dönecek olursak, üçüncüsü; riski paylaşmak için uluslararası bir koalisyon gücü işgale karşı koymalıydı. Sonuncusu, bunların hiçbiri; küresel dengelere zarar vermemeliydi. Sonuç olarak Çöl Fırtınası Harekatı uygulamaya konulacaktı.

‘’Yeni Dünya Düzeni’’, ABD başkanı George H.W. Bush’un dünya görüşünün ve politikasının sık sık vurgulanan tanımı oldu. Kongrede yaptığı bir konuşmada ‘’yeni dünya düzeni’’ne adanmışlığını ilan etmişti ve bu hitabından iki hafta önce de SSCB başkanı Gorbaçov ile karşılaşmalarında ‘’Bu Başkan Gorbaçov ile paylaştığım bir vizyondur.’’ demişti.

Sosyalist rejimin kademe kademe ilerleyen çöküşü Berlin’i ve Avrupa’yı hatta abartacak olursak küresel sistemi ikiye ayıran Berlin Duvarı’nın yıkılışı ve Almanya’nın üniter bir şekilde NATO’da olmasına öncülük etti. Berlin Duvarı, Doğu Almanya vatandaşlarının Batı Almanya’ya kaçmalarını önlemek için Doğu Alman (sosyalist rejim) meclisinin kararı ile 13 Ağustos 1961 yılında inşasına başlanmıştı. Sovyet lideri Gorbaçov için nihai hedef, hâlâ işleyen Sovyet sistemine bulaşmasın diye parçalanan Sovyet Bloğu’nun dağılmasını kontrol altında tutmaktı. Gorbaçov hem Almanya’nın birleşmesini hem de NATO üyeliğinin sürmesini kabul ediyordu. Bush, Bunun karşılığında, Soğuk Savaş’ın bölünmüşlüğünün yerine dayanışmaya dayalı küresel sistemi şekillendirmede SSCB için yapıcı bir rolü vurgulayan bir dizi iyi niyet önerilerini kabul etti. Ayrıca Sovyet ekonomisine finansal destek de sunuldu.

Ortadoğu

Ortadoğu, II. Dünya Savaşı’ndan sonra kurulan düzende büyük devletlerin çıkarları ve Arap-İsrail Savaşları nedeniyle sürekli savaş, darbe ve diktacı yönetimler ile adeta kaos içinde yaşadılar. Ortadoğu’da Batılı ülkelerin Vestfalya sistemini göz ardı ederek uyguladıkları iki yüzlü politikaları terörün gelişmesi ve yayılmasına vesile oldu.

 Batılı devletler, Arap Baharı’nın Ortadoğu ülkelerinde batı tipi demokratik yönetimleri doğurmasını istiyor ve böyle sonuçlanacağını düşünüyordu. Ama ortaya çıkan tablo aynı şekilde anti-batıcı ve anti-semitik yapılanmalar oldu. İlk başlarda Batı’nın SSCB’ye karşı Afganistan’da desteklediği ‘’İslamcı’’ sert rejimler Amerika’ya ve onun yanındaki ülkelere de yöneldi.  Öte yandan Ortadoğu ve Afrika halkları çatışmaları yaratan batı ülkelerine kitleler halinde göç etmeye başladılar. Uluslararası siyasette bir de göç sorunu doğdu. Çok kültürlülüğü savunan, bu hususta Avrupa hukukunda yeni sözleşmeler yapan Avrupa artık çok kültürlülüğü çekememeye başladı. Tabi bu sırada Amerika’nın himayesinde olan Suudi Arabistan ve Körfez Krallıkları ‘’Arap Baharı’’ yaşamadılar.