Büyük Fransız Devrimi ve akabinde gerçekleşen tüm devrimler dünya tarihini kuşku bırakmayacak şekilde derinden etkilemiştir. Öyle ki, Yeni ve Orta Çağların başlangıcı olarak kabul edilen hadiseler üzerinde genel olarak fikir birliği bulunamazken, Yakın Çağ’ın başlangıcı konusunda her tarihçi 1789 yılında mutabıktır. Fakat, gerçekleşen tek devrim 1789 Fransız Büyük Devrimi değildi. Hatta 1789 devriminin çoğu kazanımı, Thermidor darbesi ve akabinde gelen Napoleon dönemi ile birlikte hemen hemen kaybedilmişti[1]. 1789’daki ruha yeniden hayat veren, düşünsel dünyamızı etkileyen ve bu suretle imparatorlukları parçalayan şey ise, 19. yüzyıl boyunca Paris’i meşgul edecek olan devrimler silsilesiydi. Bu yazıda ise okura bahsi geçen devrimler silsilesi hakkında, tam olarak olmasa da en azından bir fikir vermeyi amaçlıyoruz.
Fransa’da gerçekleşen 1830 Temmuz devrimi, 1789’dan beri bir gidip bir gelen aristokrasinin kesin yenilgisini temsil eder[2]. Feodalizmin kesin yenilgisi, Fransız burjuvazisini Fransa’nın hâkimi yapacak ve burjuvazi ile proleterya arasındaki sınıf mücadelesi tam da bu anda en saf halini alacaktır[3]. Devrim, Bourbon Hanedanının son Kralı X. Charles’ın parlamentoyu feshedip, basın özgürlüğünü kısıtlayıp, seçim sistemini değiştirmesiyle başladı. Böylelikle Fransa’da, 1589’da dört yıllık bir iç savaş neticesinde iktidarı Valois’lerden devralan Bourbon’lar[4], eğer Napoleon dönemi ve feodalizmin ilga edildiği istisnalar görmezden gelinirse, yine aynı huzursuzluk ve istikrarsızlık ortamında iktidarı Orleans Hanedanına devretti[5]. Orleans Dükü Louis-Philippe, taraftarları tarafından Hôtel de Ville’e (Paris Belediye binasına) götürülürken ise ünlü bankacı Jacques Laffitte “şu andan itibaren bankacılar hüküm sürecek” diye bağırarak devrimin niteliğini ifade etti. Devrim yüksek burjuva devrimiydi ve bundan böyle Fransa’da egemen güç Marx’ın “mali aristokrasi” ismini verdiği büyük burjuvaziydi, yani bankacılardı[6].
Genel itibariyle sınıf mücadelelerini yorumlarken, ticaret, sanayi yahut finans burjuvazisi fark etmeksizin burjuvazi sınıfını bir bütünmüş gibi ifade ederiz. Hatta Büyük Fransız Devrimi öncesinde, proleteryayı da içerdiği için Fransız Genel Meclisi’nde Tiers-Etat denilen şehirli olan “halk sınıfını” da hukuki bir statüde burjuvazi olarak yorumlarız[7]. Zira feodalizme karşı tüm bu sınıfların çıkarları başlangıçta ortaktır. Fakat, homojen bir yapıya sahip olduğunu sandığımız burjuvazi, feodalizmin çöküşüyle bileşenlerine ayrılır. Artık sahada her birinin çıkarları farklı olan yüksek burjuvazi, ticaret burjuvazisi, sanayi burjuvazisi, küçük burjuvazi ve kendi içerisinde proleterya ve köylü sınıfı olarak ayrılacak olan halk sınıfı vardır.
Yüksek burjuvazinin çıkarları –genelde halkın yatırım yaptığı- devlet tahvillerinde ortaya çıkartılan istikrarsızlığa ve devletin bankerlerden borçlanmasına dayanır. İktidardan dışlanmış sanayi ve ticaret burjuvazisi de varlığını sürdürebilmek için istikrarlı bir siyasi ve iktisadi statükoya muhtaçlardır. Ancak sanayi ve ticaret burjuvazisi de kendi içerisinde bir çıkar mücadelesi içerisindedir. Ticaret burjuvazisi, daima sanayi burjuvazisinin yurt içinde ürettiği ürünü yurt dışından daha ucuza ülkeye getirme imkânına sahip olduğu için sanayi burjuvazisinin varlığını sürdürebilme koşulu, ticaret burjuvazinin dışarıdan ucuz mal ithal etmesini engelleyecek olan yüksek gümrük vergilerinin uygulanmasıdır. Bu da ticaret burjuvazisinin çıkarları aleyhinde bir uygulamadır. Küçük burjuvazi, yani esnaf olarak nitelendirebileceğimiz küçük mal sahiplerinin çıkarları ise halk sınıfı ile birliktedir. Zira bu esnaf grubu, her ne kadar “burjuva” olarak anılsa da, büyük burjuvaziye borçludur ve borçlarını ödeyebilmek için halkın, esnafın yani küçük burjuvazinin ürettiği mal ve hizmetlerden yeterince yararlanması gerekir. Dolayısıyla halkın refahında bir artış küçük burjuvazinin refahında da artışa işaret eder.
1830’da liberal bir nitelikle başlayan ve büyük burjuvazinin tahta olan desteğinin tam olduğu Louise-Philippe iktidarı, “Taht boş bir koltuktan ibaret değildir” gibi tahtın otoritesinin vurgulandığı ve pek tabii liberal desteğin gittikçe son bulmaya başladığı bir döneme doğru evrildi ve 18 yıllık iktidar Şubat 1848’de son buldu[8]. Ancak Louise-Philippe iktidarına karşı artan liberal hoşnutsuzluk ve -başta sanayi burjuvazisi olmak üzere- burjuvazinin muhalefette kalan kesimlerinin desteği, tek başına Louis-Philippe iktidarını devirmek için yeterli değildi ve bunu yapmak için 1789’da ve 1830’da olduğu gibi, devrimci niteliğe sahip tek sınıf olan halkın da desteği gerekmekteydi. Halkın desteği ise yine 1789’da ve 1830’da olduğu gibi yine ekonomik sıkıntılarla mümkün olacaktı[9]. 1845’te yaşanan patates hastalığı ve yine aynı yıl İngiltere’de gerçekleşen genel ticaret ve sanayi bunalımı, halka yansıyan etkileriyle halktaki bu devrimci niteliği, aynı 1789’da ve 1830’da olduğu gibi yeniden dürtmüş, onu yeniden uyandırmış ve halkı yeniden barikatların arkasına geçirmişti[10].
Ancak Louise-Philippe iktidarının devrilmesi ve burjuvazinin muhalefette kalan unsurlarının Louise-Philippe’den aldıkları bakanlıkları ele geçirmeleri halkın barikatları kaldırması ve silahlarını bırakması için yeterli olmamıştı. Halk yeni bir monark değil, iradenin kendisine ait olduğu bir “cumhuriyet” istiyordu ve bu isteğini de Hôtel de Ville’in yeni misafirlerine, devrimin burjuvazi liderlerine, bir tehditle iletti. Eğer istediği verilmezse, barikatın arkasındaki halk kendisine ait olduğunu düşündüğü şeyi kendi almasını bilecekti. Hôtel de Ville, halkın talebine boyun eğdi ve iki saat içerisinde cumhuriyeti ilan etti[11]. Böylelikle 25 Şubat 1848’de Fransa’da İkinci Cumhuriyet dönemi başlamış oldu[12].
Kral Louis-Philippe’in tahtını ateşe veren devrimciler.
Cumhuriyetin ilanından sonra kurucu hükümet ve meclis, genel oy hakkını onaylayan bir anayasa kabul etmişti[13]. Böylelikle Fransa’daki seçmen sayısı 240.000’den 9.000.000’a çıkıyor[14], egemenlik ise bu şekilde Fransa’da çoğunluğu oluşturan köylülere geçiyordu. Ancak kurulan sistem, kasıtlı ya da kasıtsız bir şekilde, yeniden diktatörlüğe evrilmeye mâhkum bir sistem olarak inşa edilmişti[15]. Anayasa, savaş ilan etme de dâhil olmak üzere yasama yetkisini meclise verirken (Madde 20), yürütme erkini ise meclisten bağımsız olarak devlet kademelerinde ve orduda atama yapabilecek olan ve bakanları atayabilecek olan bir Cumhurbaşkanlığı makamına vermekteydi (Madde 43). İki erkin anlaşmazlığı ise ülkeyi yıkıma götürüyordu. Zira meclisin cumhurbaşkanını görevden alma yetkisi, hatta onu vatan haini ilan etme yetkisi varken, cumhurbaşkanına ise meclisi yeniden seçime götürme ya da meclise karşı üstünlük sağlayabileceği herhangi bir yetki tanınmıyordu. (Madde 70). Fakat aynı anayasa cumhurbaşkanına Ulusal Muhafızlar da dahil olmak üzere tüm silahlı güçleri elinde bulundurma imkânı tanıyordu (Madde 64)[16]. Dolayısıyla anayasa, meclis ile cumhurbaşkanı arasında bir çatışma yaşandığında, cumhurbaşkanına üstün çıkabilmesi için yasal bir yol tanımayarak tüm zor yetkilerini verdiği adamı, tek çare olarak, anayasayı, sahip olduğu zor yoluyla feshetmeye zorluyordu.
Anayasa, 4 Kasım 1848’de yürürlüğe girerek Fransa tarihinde yeni ve kısa bir dönemi başlattı. Ancak anayasadan da önce, Fransa’da 19. Yüzyıl devrim tarihini etkileyecek bir olay daha yaşandı: Haziran ayaklanması. Yukarıda da bahsettiğimiz üzere proleterya, çoğunluğu burjuvalardan oluşan geçici hükümete cumhuriyeti bir tehditle ilan ettirebilmişti. Böylelikle devrimden sonra Paris proleteryası ile diğer sınıfların yolları birbirinden ayrılacaktı[17]. İkinci Cumhuriyet’in ilanı ile Paris proleteryasının elde ettiği en büyük kazanımlardan biri de, işsizlere istihdam sağlayan ulusal atölyelerdi. Haziran’a geldiğimizdeyse iktidardaki burjuvazi ulusal atölyeleri kapatma kararı aldı ve böylelikle proleteryanın burjuvazinin iktidarına karşı başlatmış olduğu ilk büyük ayaklanma da böylelikle başlamış oldu[18]. “İş ve ekmek” sloganlarıyla ayaklanan işçiler, Paris’in dört bir yanında barikatlar kurarken, hükümet ise sıkıyönetim ilan etti ve savaş bakanı General Cavaignac’a diktatörvari yetkiler verdi. 23-26 Haziran boyunca süren çatışmalar neticesindeyse 5.000 kadar kişi öldürülmüş, 11.000 isyancı ise sömürgelere sürgüne gönderilmişti.
Haziran ayaklanması, iktisat tarihi ve sınıf mücadeleleri bakımından fazlasıyla önemli bir konuma sahiptir. Nitekim bu önem, dönemin literatürüne de yansımıştır. Dönemin ünlü Fransız yazarlarından olan Alexis de Tocqueville, Haziran ayaklanmasını şu şekilde ifade etmiştir:
“… En büyüğü, çünkü sadece dört gün içerisinde yüz bin insan karşı karşıya geldi ve beş general öldürüldü. En ilginci, çünkü isyancıların savaş naraları, bayrakları veya komutanları yoktu ve buna rağmen yaşlı subayları şaşırtacak derecede bilgili ve düzenli savaştılar.” [19]
Haziran ayaklanmasında, garip bir şekilde çıkarları proleterya ile aynı olan küçük burjuvazi de proleteryaya karşı savaşmıştı. Ayaklanma, büyük ölçüde Paris proleteryasından ve köylülerden oluşturulan Ulusal Muhafızlar ile bastırılmıştı[20]. Yani anlaşılacağı üzere sınıf bilincinin yerleşmediği bir ortamda yapılan örgütsüz bir ayaklanma, sınıf çıkarları ile bağdaştıramadığımız bir sonuç doğurmuştu. Proleteryanın burjuvaziya karşı başlattığı ayaklanma köylülerden ve proleteryadan oluşan bir düzenli orduyla bastırılmıştı. Ancak Marx’a göre bunların hepsi gerekli olan bir şeydi. Zira, yukarıda da bahsettiğimiz üzere şubatta kurulan cumhuriyet proleteryanın burjuvaziye korku saldığı bir cumhuriyetti ve tam anlamıyla burjuva niteliğe sahip değildi. Ancak Haziran ayaklanmasının bastırılması, proleteryayı ezmek suretiyle İkinci Cumhuriyeti tam manasıyla bir “burjuva cumhuriyeti”ne dönüştürdü[21]. Artık küçük burjuvazi, proleteryanın desteğini kaybedip büyük burjuvaziye olan büyük borçlarını ödeyemeyip varını yoğunu kaybetmeli, köylüler de büyük burjuvazinin uygulamalarının olumsuz etkileriyle direkt olarak yüzleşmeliydiler. Sınıf bilinci ancak böyle bir ortamda oluşabilir, ezilen sınıflar kararlı bir şekilde ezen sınıfların karşısına ancak tam manasıyla ezildikten sonra çıkabilirlerdi. Yani ayaklanmanın bastırılması, ezilen sınıftaki sınıf bilincini arttıracak ve daha sonradan yaşanacak olan ayaklanmaların gücünü arttıracaktı. Marx’ın deyimiyle; devrim ölmüştü, ama bu ölüm ileride onun daha güçlü yaşamasına vesile olacaktı: “Devrim öldü, yaşasın devrim!”[22]
Louis Bonaparte’ın iktidara gelişi, tam da yukarıda bahsettiğim ezilmenin bir sonucu olarak ortaya çıktı. Getirilen yeni seçim sistemi, ülkenin çoğunluğunu oluşturan köylülere ülkenin geleceğini belirleme imkânı tanımıştı. Devlet borçlarını kapamak için köylülere konan 45 santimlik vergi, çalışma saatini 10 saate indiren yasanın kaldırılması, borçluların hapsedilmesini yasaklayan yasanın kaldırılması ve okuma yazma bilmeyenlerin mahkemelere jüri üyesi olma haklarının kaldırılması, Fransız küçük burjuvazisi ve köylüsü için bardağı taşıran sayısız damlalardan sadece birkaç tanesiydi[23]. Fransızlar tüm bu yapılanlara cevabını 10 Aralık 1848’de yapılan cumhurbaşkanlığı seçiminde verecek ve burjuvazinin adayı olan General Cavaignac’a karşı oyların %74.3’ünü Napoleon Bonaparte’ın yeğeni olan Louis Napoleon’a vererek[24], burjuvazinin yasama erkine karşı koyması için ona yürütme erkinin yetkilerini altın tepside sunacaktı. Bu tarihten sonra ise Fransa’daki sınıf mücadelesi farklı bir evreye girecekti. Zira Napoelon’un denkleme dâhil olmasıyla aristokrasi, sınıf mücadelelerine yeniden burnunu sokuyordu.
Esasında Louis Napoleon’un cumhurbaşkanı olması esasında anayasaya aykırıydı zira anayasaya göre (Madde 44) cumhurbaşkanı, Fransız olarak doğup, vatandaşlığını hiçbir zaman yitirmemiş olmalıydı. Ancak Louis Napoleon, Hollanda Kralı olan Louis Bonaparte’ın oğlu olarak dünyaya gelmişti. Devrik bir imparatorun neslinden olmanın kaderi olarak da hayatı sürgünlerle geçmiş, İsviçre’de yaşadığı zamanlarda İsviçre vatandaşı olmuştu[25]. Ancak anayasaya aykırı olmasına rağmen aday olabilmiş ve daha önce defalarca deneyip başaramadığı şeyi nihayet başarmış, imparator olarak olmasa da bir cumhurbaşkanı olarak Fransa’nın başına geçebilmişti. Böylelikle Fransa’da sınıf mücadeleleri daha farklı bir hale doğru evrilmeye başlamıştı. Artık sahada burjuvanın egemen olduğu bir yasama meclisi, öbür tarafta ise amcasının mirasına konmak üzere olan ve her türlü zor yetkisine sahip olan Louis Napoleon vardı.
Louis Bonaparte (III. Napoleon)
Louis Napoleon’un 10 Aralık 1848’de başlayan cumhurbaşkanlığı 2 Aralık 1851’de yapacağı darbeye kadar geçen süre içerisinde Fransa’da hâkim olan çekişme Louis Bonaparte – Burjuva çekişmesiydi. Esasında burjuvalar da mecliste kendi içerisinde ayrılmışlardı ancak bu ayrıntılara inip meseleyi daha fazla karmaşık hale getirmenin lüzumsuz olduğu kanısındayım. Bilmemiz gereken şey; tüm burjuva hiziplerinin, zor yetkilerini elinde bulunduran ve meclisi her an zor kullanarak feshetme imkanı olan Louis Bonaparte’a karşı ortak hareket etmek zorunda kalmış olmalarıdır.
1848’de kabul edilen anayasa, erklerin çatışma durumuna geldiği durumda, yukarıda da belirttiğimiz üzere yasal bir çözüme imkân tanımıyordu. Zira meclis orduyu emrinde bulunduran cumhurbaşkanını görevden almaya korkuyor, cumhurbaşkanı ise meclisi feshedip seçimleri yenileyemiyordu. Böyle bir ortamda, ikinci defa seçilme imkanı bulunmayan cumhurbaşkanının (Madde 45) ise elindeki gücü kullanarak anayasayı ve meclisi askıya alması mümkündü. Özellikle bu cumhurbaşkanı Napoleon Bonaparte’ın yeğeni olan ve imparatorluk hayalleri kuran bir cumhurbaşkanı ise. İşte 2 Aralık 1851’de, Austerlitz Muharebesi’nin[26] yıl dönümünde de tam olarak bu yaşanmıştı[27]. Artık Louis Napoleon Fransa’nın hâkimi olmuş, yeğen amcasının mirasını nihayet teslim almıştı. İktidarın ele geçirilmesini, tam bir yıl sonra yine 2 Aralık günü imparatorluğun ilan edilmesi izleyecekti. Böylelikle Fransa’da İkinci İmparatorluk dönemi başlamış oldu.
Fransa’da İkinci İmparatorluk zamanı, sınıf mücadeleleri açısından hareketli bir zaman değildir. III. Napoleon olarak taç giyen Louis Bonaparte, büyük ölçüde köylülerin oylarıyla seçilmişti. Tabii gücü eline alınca köylüleri onu iktidara getirdiklerine pişman edecekti. Yapılan bir dizi uygulamalar direkt olarak köylüleri mülksüzleştirmekteydi. Tarlaların küçültülmesi neticesinde tarım kötüleşmişti. Tarımın kötüleşmesi köylüyü borca sokmuş ve köylerde ciddi refah düşüşü gözlemlenmişti[28]. Sınıf mücadeleleri açısından Bonaparte dönemi, Marx’a göre sınıflar arasında ateşkesin zor yoluyla yönetildiği bir dönem olmuştur[29]. Proleterya ile burjuvazi arasında denge siyaseti izlenmiş, çıkarları çatışan bu iki sınıflardan biri diğerine karşı her zaman kullanılmıştır[30]. Tarım arazilerinin küçültülmesi ve çiftçilerin borçlarının artması çiftçileri tarlalarını satmaya zorlamış ve kitleleri proleterleştirmiştir. Artık satabileceği tek şeyi emekleri olan proleterleşmiş kitleler Fransa’da sanayiyi beslemiştir. Hatta Henry Kissenger’a göre tarlaları küçültmesi ve kitleleri proterleştirmesi sebebiyle “Fransa’ya Sanayi Devrimi’ni getiren odur.”[31] Bütün bu olumsuzlukların yanında Paris, eski Orta Çağ şehri görünümünden ve dar sokaklarından kurtulmuş ve onun zamanında modern, geniş sokaklara sahip bir şehir görünümünü almıştı. Uzun süren siyasi istikrar, Fransa’da ekonomiyi kalkındırmıştı[32].
Napoleon Savaşları sonrasında tüm Avrupa devletlerinin katılımıyla, 1815 Viyana kongresinde, savaşlar sırasında oluşturulmuş olan tüm düzen(sizlik)leri yıkan ve Avrupa’ya yeniden şekilde veren bir devletler sistemi kurulmuştu[33]. Amcasının kurduğu Avrupa’daki Fransız hegemonyasına son veren Viyana düzenini yıkmak, Louis Napoleon’un en büyük hayallerinden biriydi[34]. Yıkmaya çalıştığı düzeni yıkacaktı ama yıktığı düzenin altında kalacak olan da ne yazık ki ta kendisiydi. III. Napoleon’un iktidarı da, tıpkı amcası I. Napoleon’unki gibi Prusya ordularının postalları altında son buldu. 1815’de Waterloo’da Gebhard von Blücher’in komutasındaki Prusya ordusu, Napoleon ile muharebeye girmiş olan İngiliz ordusuna hayat öpücüğü vermişti. 1870’e geldiğimizde ise Prusya orduları tüm Almanya’dan getirdikleri müttefikleri ile Fransa’yı işgal etmekteydi. Mareşal Mac Mahon komutasındaki Fransız ordusunun başına geçip Belçika sınırına ilerleyerek Alman ordularını arkadan çevirmeyi düşünen Napoleon’u Sedan’da muharebeye zorlayan Almanlar, muharebenin sonunda kendisini esir almışlardı[35]. Prusya kurmaylarının muharebe akşamı kutlama yaptığı ve Kral I. Wilhelm’in, “Kılıcımı keskin tutan adamın (Savunma Bakanı Roon), kılıcımı kullanan adamın (Genelkurmay Başkanı Moltke) ve siyasetimi başarıyla icra eden adamın (Şansölye Bismarck) şeferine” kadeh kaldırdığı 2 Eylül 1870 tarihinden sadece iki gün sonra[36], 4 Eylül 1870’te, Napoleon’un esir düştüğünün haberi Paris’e ulaştında, 20 yıldır Napoleon’un gölgesindeki Paris, imparatorunun görevine son verdi ve yeniden cumhuriyeti ilan etti.
İmparator esir düşmesine rağmen savaş son bulmadı. Düzenli ordu da imparatorla birlikte mağlup olmuştu. Bu şartlar altında alelacele Paris temsilcilerinden oluşan bir Ulusal Savunma Hükümeti ilan edildi. Artık savaş yalnızca askerler için değil, eli silah tutan herkes için de başlamıştı[37]. 19 Eylül 1870’te ise Alman orduları Paris’i kuşatmaya aldı[38]. I. Napoleon komutasındaki Fransız ordusunun 27 Ekim 1806’da Berlin’e girdiğinde, Prusyalılara hissettirdiği duygunun aynısını şimdi Prusyalılar Fransızlara hissettiriyorlardı. Parisli işçiler silah altındaydı ve savaş sebebiyle şimdilik ortak düşman olan Almanlara karşı direnmekteydiler ancak savaş son bulur bulmaz kendi burjuva hükümetine de dişini gösterecekti. Şiddetli bombardımanla süren Paris kuşatması 28 Ocak’ta Paris’in teslim olmasıyla son buldu. Fakat Paris’in düşmesine rağmen Prusya orduları Paris’e girmedi. Yalnızca iki Prusyalı asker Louvre’daki sanat eserlerini görebilmek için Paris’e girmişlerdi[39]. Yapılan barış anlaşmasına göre Fransa 5 milyar frank olan savaş tazminatını ödeyene kadar Alman orduları Paris’in kuzeyinde kalan Fransız topraklarını işgal edeceklerdi[40].
Prusyalılar ile ateşkes anlaşması, ocak ayının sonunda yapılmıştı. Barış şartlarından birisi de, koşullar sebebiyle olağanüstü yetkileri bulunan burjuva hükümetinin sekiz gün içerisinde seçim yapıp yerini olağanüstü olmayan bir hükümete devretmesiydi[41]. Seçimler, savaş koşulları altında yapıldı ve seçilen meclisin 675 delegesinden 400’ü monarşistti[42]. Seçimler sonucunda kurulan burjuva hükümetinin başına ise Adolphe Thiers geçmişti. Savaş bitmişti ve Alman ordularının Paris kuşatmasını kaldırması üzerine Paris’te Almanlarla Fransızlar arasında esen soğuk rüzgârlar, yerini başka bir soğuk rüzgâra bırakmak üzere dinmişti. Artık soğuk rüzgârlar, proleterya ve burjuva hükümeti arasında esecekti.
Savaş bitmesine rağmen Parisli işçiler hala silahları ellerinde tutmaktaydılar. Hükümet başkanı Thiers, silahlı işçilerin neler yapabileceğini çok iyi bildiği için onları engellemek amacıyla girişimlerde bulundu. İşçilerin örgütlediği Merkez Komite ise silahları bırakmayı reddedip Prusyalılara karşı Paris’i işçilerin savunduğunu iddia ederek asıl yönetimin kendilerinde olmaları gerektiği fikrini yaymak üzere propagandalara başladılar. Monarşist hükümet, cumhuriyetçi bir Paris ile karşı karşıyaydı ve Şubat 1848’deki gibi korkup sinmeyemeye de kararlıydı. Monarşist delegelerin doldurduğu parlamento, hükümetin Paris’te yönetimi kaybetmeye başlaması üzerine 10 Mart’ta yaptığı bir oylamayla parlamentoyu Versay Sarayı’na taşıdı[43]. Komün’ün ilanı ise Prusyalılara karşı kullanılan top bataryalarının Paris’te mi yoksa Versay’da mı kalacağı sorunu üzerine gerçekleşti. Thiers’in bataryaları devralmak üzere 18 Mart’ta yaptığı plan, düzenli ordunun saf değiştirmesi üzerine başarısız oldu ve Thiers, elleri boş bir şekilde Versay’a döndü. Bu başarı üzerine ise Paris’te de Komün, komitenin yaptığı bir bildiriyle ilan edildi[44]:
“Hâkim sınıfların (burjuvazinin) yenilgi ve ihanetleri arasında Paris proleterleri, kamu işlerinin yönetimini üzerlerine alarak durumu kurtarmak zamanının geldiğini anlamışlardır… Anlamışlardır ki zorunlu görevleri ve mutlak haktan, devlet iktidarını ele geçirerek kendilerini kaderlerinin efendisi kılmaktır.”[45]
Yeni kurulan bu proleter devlet, olağanüstü şartlara rağmen son derece demokratik bir yapı olarak ortaya çıkmıştı. Olağanüstü şartlar altında yetkilerin tek elde toplandığı diktatörvari yönetim biçimleri ve diktatörler tarihte sık rastladığımız şeylerdir. İşte, yine olağanüstü şartlar altında yine olağanüstü bir diktatörlükle karşı karşıyayız. Ancak bu diktatörlük, tek bir adamın diktatörlüğü değil; tek bir sınıfın, yani tüm proleteryanın diktatörlüğüydü: Proleterya içerisinde sonsuz bir demokrasi, diğer sınıfların üzerinde ise sonsuz bir diktatörlük. Friedrich Engels, Karl Marx’ın, Paris Komünü hakkında yazdığı yazıların derlenmiş hali olan Fransa’da İç Savaş’ın 1891’de yapılan bir baskısına yazdığı giriş kısmında Paris Komünü için “… Proleterya Diktatörlüğü. Pekala beyler, bu diktatörlüğün neye benzediğini bilmek ister misiniz? Paris Komünü’ne bakınız. Proletarya Diktatörlüğü işte odur”[46] yorumunu tam olarak bu yüzden yapar. Kuzeyde Alman işgali, güneyde ise Versay hükümetinin işgali sürerken Merkez Komite, 26 Mart’ta yapılan adil bir seçimle iktidarı Komün yönetimine devretti[47]. Lyon, Saint-Étienne, Marseille ve Toulouse’ta burjuva hükümetine karşı başlayan ayaklanmaların bastırılması üzerine Komün yönetimi, Versay hükümetine karşı tek başına kalmıştı. Paris Komünü, hayatını direnmeye ve yok olmaya mahkûm bir şekilde 70 gün sürdürebildi. 28 Mayıs’ta Thiers’in kuvvetleri Paris’e girip barikatları yıktı. İleride “kanlı hafta” (la semaine sanglante) olarak anılacak olan bu haftada Paris’teki proleter kitle acı bir şekilde tasfiye edildi. Çatışmaların yol açtığı kayıpların yanında, 30 saniye süren mahkemelerle işçiler idama gönderiliyor, [48] üstelik bazı davalar sanıkların “nasırlı ellere” sahip olması gibi gerekçelerle başlatılıyordu[49]. Kanlı haftada ve devam eden günlerde süren tasfiyeler neticesinde ise toplam 40.000 kişi öldürülmüştü[50]. Tekrar eski başkentine dönen hükümet, burjuva cumhuriyetini yeniden ilan etti. Jakobenlere yapılan, iktidarı terör üzerine inşa etme eleştirisi şimdi burjuva cumhuriyeti için de geçerliydi. O da Jakobenlerin yaptığı gibi iktidarını terör üzerine inşa etmişti.
1830’dan 1871’e kadar geçen süre içerisinde ayaklanan halk aynı halktı. Fakat farklı sonuçların doğmasına sebep olan şey ise sınıf bilincinin zaman geçtikçe yerleşmiş olmasıydı. 1830’da devrim, iktidarı feodalizmden almıştı ancak bir çeşit burjuva monarşisi inşa etmişti. Burjuva monarşisinin kendilerine faydasının olmadığını, aksine zararlı olduğunu anladıkları an monarşiyi alaşağı etmişlerdi. Ancak monarşinin yerine cumhuriyet gelmiş, hükümetin biçimi değişse de niteliği hala burjuva olarak kalmıştı. En nihayetinde bunun da kendisine zararlı olduğunu gören proleterya, Haziran 1848’de bu duruma ayaklanmıştı ve fena bir biçimde ezilmişti. Ezilen sınıflar, çareyi geçmişe damgasını vuran bir ismi, Bonaparte’ı iktidara çağırmakta bulmuşlardı. Ancak bu durum da sonsuza dek sürmeyecekti. Proleterya ve beraberindeki sınıflar ancak 1871’e geldiğimizde ne istediğinin bilincinde olarak diğer sınıfların karşısına dikilebilecekti.
[1] Neil Faulkner, Marksist Dünya Tarihi, Yordam Kitap, 2012, sayfa 179
[2] Eric J. Hobsbawm, Devrim Çağı, Dost Kitabevi, 2016, sayfa 125
[3] Karl Marx ve Friedrich Engels, Collected Works VI. Cilt, Electric Book, 21. sayfa
[4] Taner Timur, Mutlak Monarşi ve Fransız Devrimi, Yordam Kitap, 2016, sayfa 143-44
[5] William A. Pelz, Modern Avrupa Halkları Tarihi, Kolektif Kitap, 2017, sayfa 93
[6] Faulkner, a.g.e. sayfa 191
[7] Taner Timur, a.g.e. sayfa 66
[8] Fahir Armaoğlu, 19. Yüzyıl Siyasi Tarihi (1789-1914), Timaş Yayınları, 2016, sayfa 150
[9] William A. Pelz, a.g.e. sayfa 94
[10] Karl Marx, Fransa’da Sınıf Mücadeleleri 1848-1850, Yordam Kitap, 2016, sayfa 52-53
[11] Marx a.g.e. sayfa 55
[12] Armaoğlu a.g.e. 151
[13] Taner Timur, Devrimler Çağı, Yordam Kitap, 2017, sayfa 68
[14] Taner Timur, a.g.e. sayfa 70
[15] William A. Pelz, a.g.e. sayfa 99
[16] République Française, Constitution 1848, Harvard College Library, 1848.
[17] Hobsbawm, a.g.e. sayfa 143
[18] Marcin Konarski, 2018, The Year 1848 in France. A Few Remarks at the 170th Anniversary of the Adoption of the Constitution of the Second French Republic in 1848. Part II, Review of Comparative Law, cilt 33, sayfa 59.
[19] Konarski, a.g.e. sayfa 60-61.
[20] Konarski, a.g.e. sayfa 62
[21] Karl Marx, a.g.e. sayfa 74
[22] Karl Marx, a.g.e. sayfa 0
[23] Karl Marx, a.g.e. sayfa 66 ve 85.
[24] Roger Price, The French Second Empire, Cambridge University Press, sayfa 18
[25] Karl Marx, Louis Bonaparte’ın 18 Brumaire’i, Yordam Kitap, 2016, sayfa 44
[26] Austerlitz Muharebesi: Napoelon Bonaparte’ın Rus Çarı I. Alexandr ve Avusturya İmparatoru ile 2 Aralık 1805’te karşı karşıya geldiği ve iki imparatorun ordusunu büyük bir mağlubiyete uğrattığı muharebe.
[27] Roger Price, (?), The Second Empire (1852-70), University of Aberystwyth
[28] Karl Marx, a.g.e. sayfa 154-56
[29] Faulkner, a.g.e. sayfa 222
[30] Friedrich Engels, Ailenin, Özel Mülkiyetin ve Devletin Kökeni, İş Bankası Kültür Yayınları, 2019, sayfa 193
[31] Henry Kissenger, Diplomasi, İş Bankası Kültür Yayınları, 2018, sayfa 98
[32] Kissenger, a.g.e. sayfa 99
[33] Tunahan Akkoyun, Metternich ve Viyana Kongresi, Tarih Aklı, 2018. Retrieved from tarihakli.com/metternich-ve-viyana-kongresi/
[34] Kissenger, a.g.e. sayfa 9
[35] Jonathan Steinberg, Bismarck, İş Bankası Kültür Yayınları, 2013, sayfa 354
[36] Steinberg, a.g.e. sayfa 171
[37] Karl Marx, Fransa’da İç Savaş, Yordam Kitap, 2016, sayfa 16
[38] Ali Reşad ve İsmail Hakkı, Bismarck Hususi ve Siyasi Hayatı, Ötüken Neşriyat, 2018, sayfa 183
[39] Friedrich Enels, Tarihte Zorun Rolü, Sol Yayınları, 2011, sayfa 93
[40] Armaoğlu, a.g.e. sayfa 329
[41] Max Shachtman, 1871 The Paris Commune, Daily Worker Publishing Co. (?), sayfa 16
[42] Faulkner, a.g.e. sayfa 222-23
[43] Max Shachtman, a.g.e. sayfa 18
[44] Max Shachtman, a.g.e. sayfa 20-22
[45] Karl Marx, a.g.e. sayfa 79
[46] Karl Marx, a.g.e. sayfa 27
[47] Britannica, Commune of Paris 1871, (?). Retrieved from https://www.britannica.com/event/Commune-of-Paris-1871
[48] Faulkner, a.g.e., sayfa 224
[49] Pelz, a.g.e. 113
[50] Pelz, a.g.e. 113
Yararlanılan Kaynaklar
Basılı Kaynaklar:
ARMAOGLU Fahir, 19. Yüzyıl Siyasi Tarihi (1789-1914), Timaş Yayınları, 2016
ENGELS Friedrich, Tarihte Zorun Rolü, Sol Yayınları, 2011
ENGELS Friedrich, Ailenin, Özel Mülkiyetin ve Devletin Kökeni, İş Bankası Kültür Yayınları, 2019
FAULKNER Neil, Marksist Dünya Tarihi, Yordam Kitap, 2012
HARVARD College, République Française, Constitution 1848, Harvard College Library, 1848
HOBSBAWM Eric, Devrim Çağı, Dost Kitabevi, 2016
KISSINGER Henry, Diplomasi, İş Bankası Kültür Yayınları, 2018
KONARSKI Marcin, 2018, The Year 1848 in France. A Few Remarks at the 170th Anniversary of the Adoption of the Constitution of the Second French Republic in 1848. Part II, Review of Comparative Law, cilt 33
MARX Karl ve ENGELS Friedrich, Collected Works VI. Cilt, Electric Book
MARX Karl, Fransa’da Sınıf Mücadeleleri 1848-1850, Yordam Kitap, 2016
MARX Karl, Louis Bonaparte’ın 18 Brumaire’i, Yordam Kitap, 2016
MARX Karl, Fransa’da İç Savaş, Yordam Kitap, 2016
PELZ William, Modern Avrupa Halkları Tarihi, Kolektif Kitap
PRICE Roger, The French Second Empire, Cambridge University Press ve University of Aberystwyth
REŞAD Ali ve HAKKI İsmail, Bismarck Hususi ve Siyasi Hayatı, Ötüken Neşriyat
SHACHTMAN Max Shachtman, (?), 1871 The Paris Commune, Daily Worker Publishing Co.
STEINBERG Jonathan, Bismarck, İş Bankası Kültür Yayınları, 2013
TIMUR Taner, Mutlak Monarşi ve Fransız Devrimi, Yordam Kitap, 2016
TIMUR Taner, Devrimler Çağı, Yordam Kitap, 2017
İnternet Sitesi Kaynakları:
AKKOYUN Tunahan, Metternich ve Viyana Kongresi, Tarih Aklı, 2018. Retrieved from tarihakli.com/metternich-ve-viyana-kongresi/
BRITANNICA, Commune of Paris 1871, (?). Retrieved from https://www.britannica.com/event/Commune-of-Paris-1871