Anayasa; bir yönetimin, örgütün veya başka bir kuruluşun yasal dayanağını oluşturan ve genelde o kuruluşun nasıl idare edileceğini belirleyen ana ilkelerin veya yerleşik emsallerin bir toplamıdır. [1]
Bu yazının konusu Türkiye’nin tarihsel anayasal sürecidir. Anayasalar sadece yönetim esaslarını belirlemez. Aynı zamanda kişilerin temel hak ve hürriyetlerini de teminat altına alan en yüksek hukuki metindir. Fakat bu yazının ana odağı anayasanın Türkiye’deki yönetim kademesindeki güç dağılımına olan etkisi olacaktır.
Türkiye’de tarihsel süreç, Avrupa’daki feodal yapı etkisiyle daha dağınık olan devlet gücü yapılanmasının aksine rakipsiz tek bir hanedanın tüm gücü mutlak elinde tuttuğu merkeziyetçiliği yüksek bir şekilde ilerlemiştir. Nitekim 16.yüzyılda yaşayan ünlü yazar Niccolo Machiavelli bu duruma Türk imparatorluğu ile Fransa’yı karşılaştırırken şöyle değiniyor:
“Günümüzde bu iki farklı yönetimin örnekleri, Türk sultanı ile Fransa Kralıdır. Türk monarşisinin tamamını tek bir insan yönetir; ötekiler onun kullarıdır; hükümdarlığını sancaklara bölmüş olup bu sancaklara çeşitli yöneticiler gönderir ve onları keyfince değiştirir, yerlerine başkalarını atar. Ama Fransa Kralı, o devlette uyruklarınca bilinen ve sevilen birçok köklü asil arasında yer alır: Bu asillerin mirasa dayalı ayrıcalıkları vardır, kral kendini tehlikeye atmadan bu ayrıcalıkları onların elinden alamaz.” [2]
Burada Machiavelli’nin de değindiği gibi Osmanlı İmparatorluğunda Avrupa krallıklarının aksine hanedanın otoritesi mutlaktır ve rakibi yoktur. Bu sebeple gücünün anayasal bir belge ile kısıtlanması kolay olmamıştır ve çok uzun yıllar almıştır. Örnek olarak İngiltere Kralı Yurtsuz John 1215’te Magna Carta’yı imzalayarak baronlarla gücünü paylaşmayı kabullenmek zorunda kalırken Osmanlı’da 19. yüzyıla kadar böyle bir durum söz konusu olmamıştır. Hatta Osmanlı sultanlarının gücü o kadar fazlaydı ki açıkça olmasa bile tarihinde Fatih Sultan Mehmed ve Kanuni Sultan Süleyman gibi güçlü sultanlar kendilerini Allah’ın yeryüzündeki vekili yerine koyarak şeri hukuk kadar önemli seviyede kanunları çıkarma gücünü kendinde bulmuştur. [3]
Duraklama devrinden itibaren ise kafes sistemine geçilmesiyle padişahların karakterleri zamanla silikleşmiş ve kağıt üstündeki bu durum pratiğe artık yansımamaya başlamıştır. Kağıt üstünde her şeyin mutlak sahibi olan sultan gerçekte gücü askerlerle ve bürokrasiyle paylaşmak durumunda kalmıştır. Bu dönemde IV. Murad gibi istisnai örnekler olsa da genel durum böyledir. Osmanlı İmparatorluğu 19.yüzyıla girerken yönetim biçimi bakımından böyle bir süreçten geçmiş haldeydi. 19. yüzyılda ise artık bazı şeyler değişecekti.
19.yüzyıla girerken Osmanlı İmparatorluğu Batı ile olan savaşlarında ağır yenilgiler almaya başlamış ve bir hayli zayıflamıştı. Bu durum imparatorluk içindeki otoritenin de bozulmasına sebep oldu ve imparatorlukta merkezi yönetimden bağımsız bir sürü otorite meydana geldi. Bunlardan en fazla göz önüne çıkanı ayanlardır. Ayanlar devletin merkezi otoritesinin zayıflamasıyla ortaya çıkan boşlukta devlet ile temsil ettikleri bölge arasında bir nevi aracı görevi görmeye başlamışlardır. Fakat onlar devletin atadığı memurlar değildi, otorite zayıflığını fırsat bilerek devletin iradesi dışında güçlenmişlerdi ve bir nevi iktidara ortak olmuşlardı. Sultan III. Selim’in Nizam-ı Cedid hareketinin başarısız olması ve daha sonra Kabakçı Mustafa İsyanı ile başlayan süreçte katledilmesinden sonra Rusçuk ayanı olan Alemdar Mustafa Paşa İstanbul’a gelerek genç şehzade Mahmud’u kurtararak tahta çıkarmış ve İstanbul’da önemli bir nüfuz elde etmiştir.
Yeni sultan II. Mahmud bu şartlarda tahta çıktığı için ayanların pozisyonu doğal olarak baya güçlendi. 1808 senesinde ilan edilen Sened-i İttifak ise bunun kağıda dökülmesi oldu. Bu belge ile sultan sonsuz otoritesinin sınırlanmasını kabullenmiş oldu. Ceza hukukunda keyfiyeti ortadan kalktı, vergiler konusunda ayanlarla beraber karar vermeyi kabullendi ve ayanlar arasındaki hiyerarşik sistemi tanıdı. [4]
Her şeye rağmen Sened-i İttifak Batıdaki gibi toplumun geniş kesimlerinin talebi ile gelen bir anayasal sürecin sonucu değildir. Sultan’ın kendi konumunu korumak adına geçici olarak kabullendiği ve ilk fırsatta rafa kaldırdığı bir belgedir. Zaten Osmanlı’nın ilerleyen anayasal sürecinde Sened-i İttifak’a atıfta bulunulmaması bu belgenin süreç açısından o kadar da önemli olmadığını bize gösterir.[5] Ama sultanın ilk defa bir belge vasıtasıyla gücünün sınırlandırılmasını kabullenmek zorunda kalması sebebiyle Sened-i İttifak’ın sembolik önemi çok fazladır.
Tanzimat Fermanı pek çok tarihçi tarafından Türkiye’nin anayasal sürecinde dönüm noktası olarak kabul edilir. Öyle ki kendinden sonraki döneme adını verecek kadar önemli bir belgedir. 1839 senesinde ilan edilen Tanzimat fermanı ile Osmanlı birçok önemli reforma imza atmıştır. Mülkiyet hakkı güvence altına alınmış, kanun önünde herkesin eşit olduğu güvence altına alınmış, halkın can ve mal güvenliği teminat altına alınmış, en önemlisi ise Sultan kanunların kendisini de bağlayıcı olduğunu kabul etmiştir. [6] Tanzimat Fermanı’nın bir başka önemli özelliği ise kanunları hazırlayacak “Meclis-i Ahkam-ı Adliye” adlı bir kurul oluşturulmasıdır. Kanunların bir kurulda görüşüldükten sonra Sultan’ın onaylayıcı makamda olması parlamentoya gidecek süreçte önemli bir kilometre taşı olmuştur.
Tanzimat Fermanı’nın Gülhane Parkı’nda okunmasının tasviri.
Tanzimat Fermanı Osmanlı’nın Batılılaşma ve modernleşme yolunda attığı çok önemli bir adım olarak tarihe geçmiştir. Başlattığı süreç anayasal bağlamda da kritik bir role sahiptir. Ünlü tarihçi Bernard Lewis ise bu durumu şöyle değerlendiriyor:
“On dokuzuncu ve yirminci yüzyıllar dünyasında, Türkiye ya modernleşmek, ya da mahvolmak durumundaydı; Tanzimatçılar da bütün başarısızlıklarıyla birlikte, daha sonra yapılacak olan daha köklü modernleşme için zorunlu temeli kurdular”.[7]
Tanzimat Fermanı’nın bir diğer önemli sonucu ise Osmanlı’da anayasallaşma konusunda önemli bir bilinç sağlamasıdır. Tanzimat sonrası yetişen kuşaklar daha sonra imparatorluğun modernize edilmesinde, meşrutiyetin ve hatta cumhuriyetin ilanına gidecek süreçte önemli rol oynamıştır. Bu ortamda “Genç Osmanlılar” olarak adlandırılacak bir grup oluşmuş ve bu grup anayasal sürecin lokomotifi haline gelmiştir.
Tanzimat’tan 17 yıl sonra Kırım Savaşı’nın hemen ertesinde savaşı nihayete erdirecek Paris Anlaşması hazırlanırken Islahat Fermanı ilan edilmiştir. Bu ferman pek çok açıdan Tanzimat Fermanı’nı tasdik eden ve verdiği hakların kapsamını genişleten bir fermandır. Islahat Fermanı’nın bir diğer önemi ise Paris Anlaşmasında da tasdik edilmesi ve Osmanlı’nın Avrupalı devletler ile eşit muamele görmesidir. Tanzimat ve Islahat Fermanlarının hazırlanmasındaki diğer önemli motivasyonlar ise imparatorluğun yükselen milliyetçiliğe karşı kendini tek bir Osmanlı kimliği ile koruma refleksi göstermesi ile birlikte Avrupalı güçlerin verdiği ekonomik ve siyasi desteğin devam etmesinin arzulanmasıdır. [8]
Sultan Abdülaziz’in 1876 senesinde başında Hüseyin Avni ve Mithat Paşalar olan bir darbe ile tahttan indirilmesinden sonra yaşanan taht bunalımı, Sultan Murad’ın 3 aylık bir saltanatından sonra meşrutiyeti ilan etme konusunda söz vermesi karşılığında Şehzade Abdülhamid’in tahta çıkmasıyla son bulmuştur. Bu sürece Sultan Murad’ın akıl sağlığını kaybetmesi ve Hüseyin Avni Paşa’nın Sultan Abdülaziz’in kayınbiraderi Çerkes Hasan tarafından katledilmesi damga vurmuştur. Bu kaos ortamında meşrutiyetçi fikirleri ile öne çıkan Mithat Paşa, veliaht şehzade Abdülhamid ile görüşmüştür. Şehzadenin meşrutiyeti ilan etme sözü vermesi üzerine Mithat Paşa tahta çıkmasına yardımcı olmuş ve Şehzade Abdülhamid yeni sultan olarak Osmanlı tahtına çıkmıştır.[9]
Anayasa çalışmalarını hızlandıran bir diğer önemli etken ise Balkan İsyanları sebebiyle Rusya ile yaşanan siyasi krizdir. Osmanlı devlet adamları bu demokratikleşme adımı ile Rusya’ya karşı Batılı devletlerin desteğini sağlamayı ummuştur. Bu sebeple 1876 senesinde Türkiye’nin ilk anayasası Kanun-i Esasi ilan edilmiştir. Fakat bu işe yaramamış ve Batılı ülkeler bu krizde tarafsız kalmıştır. [10]
Kanun-i Esasi şeklen meşruti monarşi sistemini tatbik etse de sultana verdiği yetkiler bir hayli fazladır. Mesela ünlü Madde 113, sultana siyasi sebepler göstererek mahkemesiz sürgün verme yetkisi tanımıştır. Saltanatın Osmanlı hanedanının yetkisinde olduğu anayasada da tasdik edilmiştir. Madde 5’e göre ise yürütmenin fiili başı olan sultanın cezai ve siyasi sorumluluğu yoktur. Madde 3 ve Madde 4 ise sultanın “halife” kimliğine vurgu yapar ve İslam dininin hamisi sıfatını tasdikler.
Bu anayasaya göre hükümet işlevi gören Heyet-i Vükela üyelerinin tayin ve azil yetkisi yine sultana aittir (Madde 7). Sadrazam başkanlığında çalışan heyet meclise karşı değil yalnız sultana karşı sorumludur. Madde 29 ise heyetin önemli kararlar alabilmesi için sultanın onayına ihtiyacı olduğunu belirtir.
Yine Madde 7’de düzenlenen padişahın yürütme ile ilgili diğer yetkileri ise; para basılması, uluslararası antlaşma yetkisi, savaş ve barış ilanı, ordu ve donanma kumandanlığı, kanunların ve şeriat hükümlerinin uygulanması, rütbe ve nişan verilmesi, cezaların hafifletilmesi ve affı, tüzüklerin yayınlanmasıdır.
Kanun-i Esasi yasama yetkisini çift kamaralı olarak düzenlenen Meclis-i Umumi’ye vermiştir. Meclis-i Umumi; Heyet-i Ayan ve Heyet-i Mebusan’dan oluşur. Öte yandan sultanın yasama ile ilgili de geniş yetkileri bulunmaktadır. Bu yetkileri sırasıyla Madde 43-44-45 düzenler. Sultan; meclislerin çalışma takvimini bizzat kendisi belirler. Gerekli gördüğü takdirde süreyi uzatabilir veya kısaltabilir. Madde 77 ise Mebusan Meclisi’ni yönetecek başkan ve yardımcıların seçiminde sultana yetkiler tanır. Meclisin kendisine sunduğu üç adaydan sultan kendi takdir ettiği kişi başkan olarak atar. Madde 60’a göre ise Ayan Meclisi’nin başkanını sultan bizzat tek başına atar. Yine aynı maddeye göre Ayan Meclisi’nin tüm üyeleri Mebusan Meclisinin sayısının üçte birini geçmemek kaydıyla bizzat sultan tarafından atanır. Bu yetki çok önemlidir zira Ayan Meclisi yapısı itibarıyla bir üst meclistir ve kabul etmediği tasarılar kesinlikle yasalaşamaz. Bu sebeple Sultanın bu yetkisi yasama erki bakımından kritik öneme sahiptir. Bütün bunlara bakarak Meclis-i Umumi hakkında “istediği yasayı çıkaramasa da istemediği yasayı engelleyebilen bir meclistir.” yorumu yapılabilir. [11]
Yargı erkinin düzenlenmesinde ise Kanun-i Esasi’nin durumu nispeten daha iyidir. Yargı yetkisi özel kanunlarla düzenlenir ve bağımsız mahkemelere aittir. Hakimlerin atanmasında Sultanın bir dahli yoktur. (Madde 89) Yargılamaların açık yapılabilmesi, işkencenin yasaklanması, istisnasız her vatandaşın mahkemelere eşit şartlarda başvurabilmesi gibi özellikleri ile Kanun-i Esasi yargı konusunda çağdaşı olan Batı anayasaları ile boy ölçüşebilecek niteliktedir. [12]
Osmanlının ilk anayasası Kanun-i Esasi kağıt üstünde uzun yıllar yürürlükte kalmaya devam etse de 93 Harbini gerekçe gösteren Sultan Abdülhamid’in 13 Şubat 1878’te meclisi süresiz tatil etmesi ile fiili olarak askıya alındı. Sultanın muhalifleri tarafından “istibdat” olarak anılacak bu dönem 1908 devrimine kadar sürdü. Muhalefetin lokomotifi rolünde olan İttihat ve Terakki Cemiyeti önderliğinde gerçekleşen 1908 devrimi ile Kanun-i Esasi tekrar yürürlüğe girdi ve İkinci Meşrutiyet olarak adlandırılacak yeni bir dönem başladı. Bu yeni dönemde Kanun-i Esasi’de önemli değişiklikler yapıldı. Hükümet artık meclise karşı da sorumlu oldu ve güvenoyu uygulaması getirildi. Yukarda da bahsedilen ünlü 113.madde değiştirildi ve sultanın sürgün yetkisi kaldırıldı. Sultan’a tahta çıkarken “vatana ve millete sadakat” yemini etmesi şartı getirildi ve sultanın veto ettiği yasaların meclisin üçte ikisi tarafından tekrar kabul edilmesi halinde yasalaşacağı belirtildi. İlaveten sadrazamın yetkileri de arttırıldı.
Birinci Meşrutiyette Sultana yürütmede nerdeyse tam, yasamada da ise büyük oranda geniş yetkiler tanıyan Kanun-i Esasi’nin sağladığı meşruti düzen genel olarak sembolik seviyede kaldı. Fakat İkinci Meşrutiyet ile beraber Sultan çoğu yetkisini devretmek zorunda kalmış ve oldukça sınırlı bir yetki alanına çekilmek durumunda kalmıştır.
Kurtuluş Savaşı ortamında 20 Ocak 1921’de kabul edilen Teşkilat-ı Esasi kanunu anayasa çerçevesinde geniş değildir. Düzenlemediği kısımlarda Kanun-i Esasi geçerliliğini korumuştur. İstanbul’un işgali sebebiyle kapanan Meclis-i Mebusan üyelerinden kurtulabilenlerle beraber açılan Ankara’daki Büyük Millet Meclisi kabul etmiştir. İşgal yıllarının getirdiği zorunluluklar çerçevesinde Kanun-i Esasi’nin çizdiği sınırlar içerisinde meşru bir anayasal belgedir.
Madde 1’de hakimiyetin kayıtsız şartsız millete ait olduğu vurgulanır. Madde 3’te ise yasama ve yürütme yetkilerinin Büyük Millet Meclisinde olduğu belirtilir. Meclis hükümeti sistemi benimsenmiştir ve güçler birliği göze çarpar. Meclis tüm bakanları, başbakanı ve devlet reisi sıfatı taşıyan meclis başkanını seçer. Bu dönemde Osmanlı’nın aksine tek meclis sistemi uygulanmıştır. Seçim sistemi de Osmanlı’dan miras kaldığı gibi çift dereceli olmuştur. Saltanatın kaldırılması ve Cumhuriyetin İlanı gibi önemli devrimler bu anayasadaki değişikliklerle yapılmıştır.
Cumhuriyetin İlanından sonra yeni rejim ile uyumlu bir anayasa hazırlanması zaruri bir hale gelmiştir. Böylece 20 Nisan 1924’te ilan edilen 1924 Anayasası doğmuştur. Bu gelişmeyle birlikte Kanun-i Esasi ve Teşkilat-i Esasi (1921) yürürlükten tamamen kaldırılmıştır.
1924 Anayasası Türkiye Büyük Millet Meclisine geniş yetkiler tanır. Yasama ve yürütme yetkisinin mecliste olduğu Madde 5’te 1921 Anayasası ile aynı şekilde vurgulanır. Ama yürütme yetkisi bu anayasada meclis hükümeti sistemiyle değil, kabine hükümeti sistemi ile kullanılır. Madde 7’de bu durum “Meclis yürütme yetkisini kendi seçtiği Cumhurbaşkanı ve onun tayin edeceği Bakanlar Kurulu eliyle kullanır.” şeklinde belirtilir. Cumhurbaşkanının konumu da 1924 Anayasasında parlamenter sistemin gereklerine uygun biçimde düzenlenmiştir. Cumhurbaşkanının siyasi sorumluluk taşımaması, parlamenter sistemin bir özelliğidir. Cumhurbaşkanı yetkilerinin sembolik sayılması, yürütmenin Başbakan ve Bakanlar Kurulunun sorumluluğunda olması 1924 Anayasasında yer alır. Yargı yetkisi ise bu iki güç erkinden ayrılarak bağımsız mahkemelere verilmiştir.[13]
1924 Anayasası 27 Mayıs 1960 darbesine kadar birkaç değişiklikle yürürlükte kalmıştır. Yapılmış önemli değişiklikler arasında “Devletin dini İslam’dır.” cümlesinin çıkarılması, kadınlara seçme ve seçilme hakkının verilmesi, Atatürk ilkelerinin anayasaya dahil edilmesi sayılabilir. [14]
1924 Anayasası 1946’ya kadar büyük oranda tek partiyle ve çift dereceli seçim sistemi ile beraber uygulanmıştır. Anayasa güçlü bir parlamenter sistem ortaya koysa da pratikte partili cumhurbaşkanları yönetime büyük oranda müdahale edebilmiştir. Çok partili sisteme geçiş ile birlikte başbakanların pratikteki gücü biraz daha artmış ve cumhurbaşkanı partili kimliği devam etse de artık daha çok denge unsuru rolüne bürünmeye başlamıştır. Ayrıca 1946 seçimleri ile beraber tek dereceli sisteme geçilmiştir. Yine de liste usulü çoğunluk sistemi sebebiyle oy oranının çok üzerinde temsile sahip güçlü iktidarlar çıkaran bu sistemde yargı ve basın pratikte güçlü iktidarlar tarafından büyük baskılara maruz kalmaktan kurtulamamıştır.
27 Mayıs 1960’ta ordu içinde daha sonradan Milli Birlik Komitesi altında toplanacak bir grup subay emir komuta zinciri dışında Demokrat Parti iktidarına karşı darbe yapmış ve yönetimi ele geçirmiştir. MBK daha sonra yürürlükte olan anayasayı ve meclisi feshetti. Feshedilen meclisin yerine yargı mensupları, akademisyenler, sendikalar, ticaret ve sanayi odaları gibi toplumun pek çok kesimini temsil eden grupların geniş çapta katılımıyla TBMM işlevi görecek Temsilciler Meclisi kuruldu. Bu meclis MBK ile beraber yeni anayasa tasarısını hazırlama yetkisini üstlenerek çalışmalara başladı. [15]
Hazırlanan bu yeni anayasa yönetim sisteminde radikal değişiklikler yaptı. Kendinden önceki anayasalara göre gücü daha dengeli dağıttığı söylenilebilir. Bu anayasa ile birçok önemli değişiklik yapıldı. Cumhurbaşkanlığı makamı, partiler ile ilişiği kesilerek siyaset üstü tam anlamıyla bir denge unsuru olarak dizayn edildi. TBMM Cumhuriyet öncesindeki gibi tekrar çift kamaralı sisteme geçti ve Cumhuriyet Senatosu üst meclis olarak TBMM içinde kuruldu. Anayasa Mahkemesi kurularak çıkan yasaların mevcut anayasal düzene uygunluğunu denetleyen yeni bir üst yargı organı sisteme entegre edildi. Ayrıca TBMM’nin yürütme erkine yönelik denetimin yetkisine Danıştay da ortak edildi. Bütün bunlarla beraber sosyal devlet ibaresinin eklenmesi, grev ve protesto haklarının genişletilmesi, üniversitelerin ve TRT’nin özerkleştirilmesi gibi yenilikler 1961 Anayasası’nın özgürlükçü yanını güçlü bir şekilde gösterdi. [16]
Hazırlanan yeni anayasa halk oyuna sunuldu ve %60.4 oy oranıyla kabul edildi. Anayasaya muhalefet edenlerin en önemli sebebinin darbeye muhalefet eden DP destekçilerinin bu süreçte tamamen dışlanması olduğu söylenebilir. Nitekim Demokrat Partinin siyasi mirasçısı Adalet Partisi her fırsatta bu anayasayı eleştirecektir. Bu anayasa ile beraber seçim kanunu da değişmiş ve liste usulü çoğunluk sistemi yerine daha dengeli bir parlamento dağılımı sağlayan d’Hondt sistemine geçilmiştir. 1965 seçimlerinde ise bir defaya mahsus temsilde adaleti tam sağlayan milli bakiye sistemi kullanılmıştır.
12 Mart Muhtırasından sonra 1971-1973 yılları arasında anayasada önemli değişiklikler yapılmıştır. Bunlar arasında TRT’nin özerkliğinin kaldırılması, üniversitelerin özerkliğinin azaltılması, memurlara sendika yasağı getirilmesi, Bakanlar Kuruluna kanun hükmünde kararname çıkarma yetkisiyle beraber vergi politikalarında daha fazla yetki verilmesi bu değişikliklerin en önemlileridir. [17]
Anayasayı hazırlayan ekip 27 Mayıs öncesinde yaşananlara binaen siyasal iktidarın gücünü büyük ölçüde kısıtlamak istemiş ve iktidarı denetleyecek bir sürü mekanizma eklemiştir. Fakat anayasa karşıtlarına göre bu durum istikrarsızlığı getirmiştir ve 1970’li yıllarda ülkede yükselen anarşinin ana kaynağı haline gelmiştir. Nitekim 12 Eylül darbesi ile bu anayasa feshedilecek ve darbenin lideri Kenan Evren bu konu hakkında “O anayasa bize bol geldi, içinde oynamaya başladık.” diyecekti. [18]
Günümüzde, daha sonra yapılan birçok değişiklikle beraber geçerliliğini sürdüren 1982 Anayasası ise 12 Eylül darbesinin sonucudur. Yükselen anarşiyi ve kitlenen siyaseti gerekçe göstererek yönetime emir komuta zinciri içinde el koyan Türk Silahlı Kuvvetleri, tüm yetkiyi darbenin liderleri olan 5 yüksek komutanın oluşturduğu Milli Güvenlik Konseyinde toplamıştır. MGK’nin atadığı Danışma Meclisi ile beraber feshedilen 1961 Anayasasının yerine yeni bir anayasa hazırlanmıştır.
Bu yeni anayasayı hazırlayan MGK 1961 Anayasasında en büyük eksiklik olarak gördüğü kriz çözücü maddelerin eksikliğine eğilmiştir. 12 Eylül öncesinde krize neden olan cumhurbaşkanı seçimi bu sebeple kolaylaştırılmıştır. 4 turda seçilememesi halinde meclisin yeniden seçime gidilmesi eklenmiştir. Ayrıca bu anayasada yürütmenin ve dolayısıyla başbakanın gücü de önemli ölçüde arttırılmıştır. Cumhurbaşkanlığı makamının ise siyasi olaylarda kriz çözücü konumu güçlendirilerek yetkileri önemli ölçüde artmıştır. Fakat bu rol daha çok hakem rolündedir dolayısıyla cumhurbaşkanının tarafsızlığı devam etmiştir. Bu anayasadaki bir diğer önemli değişiklik ise senato uygulamasının kaldırılması ve tekrar tek kamaralı meclis sistemine dönülmesidir. Anayasayı hazırlayanlar tarafından senato da yeterince fayda sağlamayan ve istikrarı baltalayan bir yapı olarak değerlendirilmiştir. Tüm bunlara ilaveten 1961 Anayasasını verdiği sosyal haklar da büyük oranda daraltılmıştır. [19]
1982 Anayasası halk tarafından %91.4 gibi rekor bir oy oranıyla kabul edilmiştir. Bunun sebepleri arasında demokratik düzene bir an önce dönülme arzusu ve 12 Eylül öncesi artan şiddet olaylarının halkta yarattığı travma gösterilebilir. Bu anayasaya ek olarak seçim sisteminde %10 ülke barajı ve çevre barajı düzenlemesi yapılarak güçlü siyasi iktidarların çıkması teşvik edilmek istenmiştir. Çevre barajı gelecekte kaldırılsa da %10 barajı hala korunmaktadır.
Anayasa kabul edildikten sonra toplam 21 defa değiştirilmiştir. İlk değişiklik 1987 referandumunda %50.2 ile kabul edilen 12 Eylül öncesindeki siyasetçilerin geçici yasağının kaldırılması olmuştur. Bundan sonra devam eden süreçte anayasanın bazı baskıcı maddeleri hafifletilmiştir. Sendika konusundaki sert tutum gevşetilmiş, Avrupa Birliği üyelik sürecine paralel olarak hak ve hürriyetler bakımından pek çok olumlu değişiklik yapılmıştır. [20]
2007 referandumu ile Cumhurbaşkanın doğrudan halk tarafından seçilmesi onaylanmıştır. 2010 referandumu ile ise yargı sisteminde önemli değişiklikler yapılmış, yargı atamalarında siyasetin konumu güçlenmiştir. 2016 değişikliği ile dokunulmazlıkların kaldırılması kolaylaştırılmış, 2017 referandumu ile ise Türkiye’nin yönetim sistemi değiştirilmiştir. Başbakanlık makamı kaldırılmış ve yetkileri Cumhurbaşkanına devredilerek başkanlık sistemine geçilmiştir. Cumhurbaşkanı ise 57 yıl sonra tekrar partili olmuştur. Yasama ve yürütme ise tamamen ayrılmış ve bakanların meclis ile ilişiği kesilmiştir. TBMM’nin ise hükümet üzerindeki denetim yetkisi kaldırılmıştır.
Bu yazının yazıldığı tarihte de Türkiye’de anayasa tartışmaları devam ediyor. 200 yılı aşkın devam eden bu süreç Türkiye’de hala aktif bir devinim halinde. Türkiye’nin modernleşme sürecinin en önemli kilometre taşı olan anayasal gelişmesinde bazen olumlu yönde bazen de olumsuz yönde değişiklikler yaşandı. Bu sürecin gelecekte neler getireceğini ise bize zaman gösterecek.
Yazar: Kıvanç Kıymacı
[1] The New Oxford American Dictionary, Second Edn., Erin McKean (editor), 2051 pp., 2005, Oxford University Press
[2] Niccolo Machiavelli, Hükümdar- Hasan Ali Yücel Klasikleri, İş Bankası Kültür Yayınları, 2008
[3] BBC, The Ottomans: Europe’s Muslim Emperors, Part 2, 2013
[4] Sina Akşin, Sened-i İttifak ile Magna Carta’nın Karşılaştırılması, 1992
[5] Niyazi Berkes, Türkiye’de Çağdaşlaşma, İstanbul 1978, s.132.
[6] Kemal Gözler,Türk Anayasa Hukuku,Bursa Ekin Kitabevi Yayınları,2000,s.3-12
[7] Bernard Lewis, Modern Türkiye’nin Doğuşu, Çev. Metin Kıratlı, Ankara, 1974, s. 126.)
[8] Hacettepe Üniversitesi Atatürk İlkeleri ve İnkılâp Tarihi Enstitüsü Öğretim Üyeleri. Fatma Acun (Ed.). Atatürk ve Türk İnkılâp Tarihi (14 bas.). s. 41-44.
[9] Cevdet Küçük, “Abdülaziz”, Cilt 1, İstanbul, 1988, s. 179-185.
[10] Tarık Zafer Tunaya, Tanzimat’tan Cumhuriyet’e Türkiye Ansiklopedisi, Cilt 1, s.27
[11] Bülent Tanör, Osmanlı-Türk Anayasal Gelişmeleri, 14. Baskı, İstanbul, Yapı Kredi Yayınları, 2006, s.141
[12] Kemal Gözler, a.g.e. , s.30
[13] Suna Kili -Şeref Gözübüyük, Türk Anayasa Metinleri, Ank. l985, s.112
[14] Suna Kili -Şeref Gözübüyük, a.g.e, s.122-1338
[15] Ergun Özbudun, Türk Anayasa Hukuku, s. 35, 36
[16] [17] [18] BBC Türkçe, Mahmut Hamsici, “2. Cumhuriyet’in Anayasası’nın oylandığı 1961 referandumu”, 2017
[19] Ergun Özbudun, a.g.e, s. 346-350
[20] Cumhuriyet Gazetesi, “82 Anayasasında yapılan değişiklikler”, 2010
Kemal Gözler,Türk Anayasa Hukuku,Bursa Ekin Kitabevi Yayınları,2000
Sina Akşin, Sened-i İttifak ile Magna Carta’nın Karşılaştırılması, 1992
Niyazi Berkes, Türkiye’de Çağdaşlaşma, İstanbul 1978
Bernard Lewis, Modern Türkiye’nin Doğuşu, Çev. Metin Kıratlı, Ankara, 1974
Tarık Zafer Tunaya, Tanzimat’tan Cumhuriyet’e Türkiye Ansiklopedisi, Cilt 1
Bülent Tanör, Osmanlı-Türk Anayasal Gelişmeleri, 14. Baskı, İstanbul,Yapı Kredi Yayınları,2006
Cevdet Küçük, “Abdülaziz”, Cilt 1, İstanbul, 1988a
Suna Kili -Şeref Gözübüyük, Türk Anayasa Metinleri, Ank. l985
Ergun Özbudun, Türk Anayasa Hukuku
Hacettpe Üniversitesi Atatürk İlkeleri ve İnkılâp Tarihi Enstitüsü Öğretim Üyeleri. Fatma Acun (Ed.). Atatürk ve Türk İnkılâp Tarihi (14 bas.)
Niccolo Machiavelli, Hükümdar- Hasan Ali Yücel Klasikleri, İş Bankası Kültür Yayınları, 2008
The New Oxford American Dictionary, Second Edn., Erin McKean (editor),Oxford University Press
BBC Türkçe, Mahmut Hamsici, “2. Cumhuriyet’in Anayasası’nın oylandığı 1961 referandumu”, 2017
Cumhuriyet Gazetesi, “82 Anayasasında yapılan değişiklikler”, 2010
BBC, The Ottomans: Europe’s Muslim Emperors, 2013
Mehmet Kayıran & Mustafa Yahya Metintaş, Türkiye’de Anayasal Gelişme (1876 – 1924)
Mehmet Köker, Kanun-i Esasi’de Yürütme Erki, 2019
Ramazan Boyalık, Kanun-i Esasi’de Padişahın Statüsü, 2007
Abdülkadir Yıldız, Kanun-i Esasi’de Yasama Yetkisi, 2010
https://www.anayasa.gen.tr/turk-anayasalari.htm