Geçtiğimiz günlerde ABD halkı 45. Başkanını seçti. Seçimleri baştan sonra takip etmiş biri olarak söylüyorum, inanılmaz bir seçimdi. Hatta Amerikan tarihine damgasını vuran bir seçimdi. Kendi deyimiyle 17 aydır seçimlere hazırlanan Donald Trump, artık ABD’nin 45. Başkanı oldu. Bekleniyor muydu? Açıkçası hiç sanmıyorum. Tüm dünya Hilary Clinton’ın yanındaydı, ABD’deki devlete yön veren pek çok kurum ve medya da Clinton’ı destekliyordu. Siyahlar, kadınlar, Hispanikler ve Müslümanlar da Clinton’ın yanındaydı. Peki ama neredeyse her söylemi ters olan ve adeta tüm dünyayı karşısına alan Trump, seçimleri nasıl kazanabildi?
BREXIT’te yaşadığımız şoku Amerikan Seçimleri’nde de yaşamamız mümkündü ancak burada farklı olan şey Trump’ın kitleleri ayrıştırıcı söylemleriydi. Kazanması mucizeydi. Kendi partisinden bile, partinin ağır topları ona destek vermeyeceğini açıkladı. Ancak tıpkı Birleşik Krallık’taki seçimin sonucunu etkileyen orta yaş sınıfının oylarıyla iktidara gelmeyi başardı. Trump’ın belki de en büyük artısı, ülkesine yönelik söylemleri, ekonomik vaatleri ve elit ama halkçı bir yapıda tavır sergilemesiydi. Kadınlara hakaret etti, siyahları ezdi, Hispanikler’den nefret ettiğini ve Meksika sınırına duvar çekeceğini, duvarın parasını da Meksika’ya ödeteceğini söyledi. Bu kadar da kendinden emindi. Clinton ise aslında iddia edildiği gibi başarılı bir kadın değil, üstüne skandallarla dolu Cliton ailesinin hasta kadını, derin devletin statükocu adayıydı. Değişen bir şey vadetmiyordu. Bu da Amerikan halkını doyurmaya yetmedi. Trump, taşradaki oyları ve kritik Florida eyaletini alarak noktayı koydu.
Peki, Trump vaatlerini gerçekleştirebilecek ve sistemi değiştirebilecek mi? Üstelik 1928’den bu yana Cumhuriyetçiler hem başkan adayını seçtirip, hem de Senato ve Temsilciler Meclisi’nde üstünlüğü sağlayabilmişken. Ancak bu hiç de kolay değil. ABD, her şeyden önce bir sistem devleti. Sıradan bir devlet gibi günlük, birkaç yıllık planlar yapılmıyor orada. ABD, bugünden 20 yıl, 50 yıl sonrasına hedefleyen ve planlamalar koyan bir devlet. Ve kim Başkan olursa olsun bu planları değiştirmesi hiç de kolay değil. Yöntem farklılığına da gitse bu planlar eninde sonunda gerçekleşiyor. Hiç uzağa gitmeyelim, 2008’de Obama seçildiğinde Irak’tan çekileceğini ve bu saldırı anlayışını terkedeceğini söylemişti. Ancak aynı Obama, kabinesini kurarken Bush’un Savuna Bakanı ile yola devam ederek dakika bir gol, gol bir yaparak sistemin kurbanı olduğunu ilk günden kabul etmişti. O yüzden Trump’ın sistemi değiştirebileceği iddialarına pek fazla ihtimal vermiyorum ancak dış politikada yöntem farklılıklarına gideceği kesin.
1928’den bu yana Cumhuriyetçilerin, Kongre’nin her iki kanadında çoğunluğu sağlayıp, üstüne Başkan adaylarını da seçtirmeleri Trump’ın her istediğini yapabileceği anlamına gelmiyor. Yapacağını ifade edenler Amerikan sistemini bilmiyor demektir. Senato ve Temsilciler Meclisi’nde bulunan Cumhuriyetçilerin, Trump’ı aynı partiden diye destekleme gibi bir zorunluluğu yok. Milletvekillerini Trump belirlemediği için ve parti içi disiplin olayı olmadığı için vekiller Başkan’dan ayrı düşebilir. Ayrıca şu an Cumhuriyetçi Parti vekili olup da Trump’a net olumsuz tavır gösteren birçok ismin olduğu da biliniyor. Yani Trump’ın işi sanıldığı kadar kolay değil.
Trump’ın Türkiye ile ilişkileri de Ortadoğu’nun kaderi için çok önemli. Trump’ın Ortadoğu’da güçlü liderlerden yana olduğu biliniyor. Bu liderler diktatör bile olsa Trump için önemli değil çünkü bir keresinde, Saddam ve Kaddafi’nin yaşadığı bir Ortadoğu’nun daha huzurlu olduğunu söylemişti. Dolayısıyla ben Türkiye ile ilişkilerinin güçlü ve olumlu olacağını düşünüyorum. Türkiye’de son yıllarda yine artış gösteren Amerikan karşıtlığı bu dönemde yumuşayabilir. Erdoğan’ın bölgesindeki en güçlü lider olduğu göz önüne alınırsa Trump’ın Erdoğan’la ikili ilişkilere önem vereceği anlamı çıkarılabilir.
Trump’ın Ortadoğu’da en fazla önem vereceği konu IŞİD olacak. Trump, IŞİD’in Obama’nın hataları sonucunda kurulduğunu söylüyor ve haklı da. Bu yüzden öncelikli hedefli IŞİD’i temizlemek. Rusya ile işbirliğinden yana bir tavır alacağını da biliyoruz. Dolayısıyla Suriye konusunda Rusya ile uzlaşma ihtimali de yüksek. Türkiye ile PYD konusunda anlaşabilmesi için bence IŞİD sorununun çözülmesi gerekiyor çünkü Trump da IŞİD’e karşı savaşan PYD’ye büyük saygı duyuyor. IŞİD, 2017 itibariyle her anlamda çok büyük darbe yiyeceği için PYD’nin de sonu hemen onun akabinde gelebilir. IŞİD bitirse Türkiye, yanına Rusya’yı da alarak PYD’yi temizleyecek ve ABD’den de destek isteyecek. Trump’ın bu konudaki tavrı bence Obama’dan daha farklı olacaktır. Irak’ta ise en çok merak edilen Musul’un geleceği. Savaş sonrası herkes Musul’un geleceğinde söz sahibi olmak için birbiriyle yarışıyor. Trump’ın burada da Türkiye ile birlikte hareket etmesi muhtemel gözüküyor çünkü gittikçe İran’ın kontrolüne giren Irak’a güvendiğini düşünmüyorum. İran’ı ”Ortadoğu’daki çıban başı” olarak tanımlayan Trump, onun kontrolündeki bir devlete Musul’u ne ölçüde verir, göreceğiz. Ayrıca İran ile yapılan P5+1 Antlaşması’nın iptal edilmesi de gündemde. ABD ile İran yeni dönemde yine karşı karşıya gelebilir.
Trump’ın Ortadoğu’dan Pasifik’e doğru kayma eğilimi dikkatlice incelenmelidir. Burayı daha iyi çözümlemek için haziran ayına dönmek istiyorum. Hatırlayacağınız gibi 23 Haziran’da Birleşik Krallık’ta AB’den ayrılmaya yönelik bir referandum yapıldı ve Britanyalılar %52 ile şok bir karar alarak AB’den ayrılmayı seçti. Neredeyse tüm anketler yanılmıştı. Referandumdan hemen sonra Kraliçe Elizabeth’in sözleri basına servis edildi. Kraliçe, bir akşam yemeğinde konuklarından ”AB’de kalmak için bir sebep” istemişti. Büyük bir tiyatro ortaya kondu ve düne kadar AB karşıtlığı yapan iktidar partisi, yeterli tavizleri aldığını düşürek, AB propagandası yapmaya başladı. Hatta ana muhalefet İşçi Partisi de kalmaktan yanaydı. Hükümet ve muhalefet böyle derken, İngiliz derin devleti ise ayrılmaktan yanaydı. Seçimlerden hemen önce Kraliçe’nin ağzından bu itiraf duyulmuştu. Trump’ın ”Make America Great Again” sloganının Birleşik Krallık versiyonu da aynıydı. AB’den ayrıldıktan sonra yeni düzeni kuracaklardı.
Trump’ın seçilmesi halinde Birleşik Krallık’ın kapısını, Trump’a kapatmanın anlamı neydi? Burada da bir tiyatro dönüyor olabilir. Yine hükümet, devlet eliyle Trump karşıtlığına zorlanıyor; devlet ise derin güçleriyle Trump’ın gelmesini bekliyordu. Trump’ın Ortadoğu’dan Pasifik’e kayış eğilimi işte tam da bu noktada dikkatle incelenmeyi hak ediyor. Birleşik Krallık’ın halihazırdaki durumuyla, Çin ile mücadele edebilecek bir kapasitesi bulunmuyor. Dolayısıyla Çin ile mücadele edip, Japonya ve Güney Kore’yi koruyacak kapasitesi ise hiç yok. Bu yüzden Yeni Dünya Düzeni’nde ABD’nin yeri Pasifik olarak belirlenmiş durumda. Peki Ortadoğu Rusya’ya mı bırakılacak? Elbette hayır. İsrail’in bölgede işleri tek başına halletmesi mümkün değil. Yine bir abiye ihtiyaç duyuyor. Bu da Ortadoğu’nun 100 yıl önceki babasının geri döneceği anlamına geliyor. Birleşik Krallık alışık olduğu bu bölgede güçlenip yeniden süper güç olmayı planlıyor. Aslında bakılırsa süper güç kavramı da, günümüzde ne şekilde tanımlanıyor, incelemk lazım. Eğer Rusya hala süper güç ise Birleşik Krallık’ın da ondan aşağı kalır yanı yok.
Birleşik Krallık’ın siyasi kontrolünü bırakmaya hazırlandığı Avrupa’nın geleceği ne olacak dersiniz? Hali hazırda 70 yıldır ABD’nin kontrolündeki Almanya, kıtada sağladığı ekonomik kontrolü, siyasi kontrolle taçlandırılabilecek mi? ABD’ye karşı gururlu ve kendinden emin duruşuyla eski günlerine dönmenin özlemini çeken ve aşırı sağın hızla güçlendiği Fransa, Avrupa’da ne hedefliyor? Fransa da AB’den ayrıldığı takdirde Avrupa Birliği’nin sonu gelmiş olacak. Almanya, tek başına birliğin yükünü çekemeyeceği için birlik dağılacak. Avrupa’da barışı sağlayan bu birlik bozulur ve Avrupa’da huzursuzluk artarsa bakmamız gereken ilk şey Fransa ve Almanya arasındaki ilişki olacak.
Dünya hızla yeni bir felakete doğru sürükleniyor. Avrupa’da hızla yükselen milliyetçilik ve İslamafobi, Ortadoğu’da sürekli akan kan, Pasifik’te kaynayan sular ve ABD’nin geçirdiği bu değişim hiç ama hiç iyi sonuçlar getireceğe benzemiyor. Türkiye için en önemli nokta, bu süreçte nerede duracağını iyi saptamaktan geçiyor. Belki senaryoyu büyük devletler yazıyor ama Türkiye senaryoyu kurgu masasına götürebilir!