Tarikakli Logo
Yükleniyor...
Türkiye’de Sol Düşüncenin Gelişimi ve Türk Siyasetindeki Yansımalar-
Tem 19, 2023

Bugün içinde bulunduğumuz yüzyıl itibariyle düşünüldüğünde, dünyanın farklı bölgelerinde devam eden çatışmalar, kapitalist üretim tarzının bir sonucu olarak finansal ağların giderek daha karmaşık hale gelen yapısı ve bu yapının öncülük ettiği küresel değişimler, sermaye sahiplerinin dünya ekonomisinde payını giderek artıran bir sınıf halini alması ve buna bağlı olarak dünyanın birçok yerinde zengin-fakir arasındaki makasın açılarak yoksulluğun giderek yaygınlaştığı bir dönem tasvir edilmektedir. Bu problemlerin yalnızca 21. yüzyıla ait olmadığı bilinmekle birlikte, kapitalist üretim biçiminin temellerinin 16.yüzyıl itibari ile iktisadi faaliyetlerin hızlanmasının bir sonucu olarak ortaya çıktığı, günümüze değin yapısal krizler ve küresel çapta etkili olan gelişmeler doğrultusunda uygulanan ekonomi politikaları ile birlikte kapitalizmin dünyayı giderek sertleşen bir ekonomik rekabetin ortamı haline geldiği söylenebilmektedir.

1945 sonrasında İkinci Dünya Savaşı’nın galip devletleri tarafından kurulan Bretton Woods sisteminin bugünkü dünya ekonomik sisteminin dizayn edilmesi konusunda önemli bir gelişmeyi ifade etmektedir. Kapitalist üretim biçiminin Bretton Woods örgütleri vasıtasıyla  finansallaşma ve neoliberalizmin temellerini attığı süreci takiben bu durumun bir sonucu olarak dünya çapında gelir eşitsizliğinin artması, savaş karşıtlığı, sınıf mücadeleleri gibi temalar üzerinden meydana gelen protesto dalgalarının birçok ülkede sol fikirlerin etkili hale gelmesi ile sonuçlanmıştır. Sol düşüncenin “68 kuşağı” olarak bilinen bu hareketler çerçevesinde Avrupa ve Latin Amerika’dan farklı şehirler boyunca protesto dalgaları ve devrimler şeklinde tüm dünyaya yayıldığı görülmektedir. Dünyadaki sol hareketlerin temelden etkilenmesine neden olan dönemin bir diğer önemli gelişmesi ise 1950’lerin sonlarında meydana gelen Çin-Sovyet anlaşmazlığıdır. Mao öncülüğündeki “kültür devrimi” atılımının Sovyetler Birliği’nde izlenen devrim politikaları ile uyuşmadığı iddiası bu tarihten itibaren sol düşüncelerin çeşitleneceği bir zemin hazırlamıştır. Bu anlamda 68 Kuşağı’nın aktif olarak harekete geçen ve sol düşüncede meydana gelen farklılaşmaların belirgin bir hale geldiği ülkelerden birisi de Türkiye olmuştur[1]. Bu yazıda da Türkiye solunun en etkili olduğu dönem olan 1923-1980 arasındaki tarihsel gelişim ve yansımaları ele alınacaktır.

1960’lı yıllara kadar Türkiye solu Türkiye Komünist Partisi (TKP) ile özdeşleştirilmiştir. Bunun sebebi Rusya’da gerçekleşen Ekim Devrimi’nin baş aktörleri olan Bolşevikler’in devrim dalgasını yaymak amacı ile Türkiye’de Mustafa Suphi aracılığıyla kurulmasına öncülük ettikleri ilk siyasal parti olmasıdır. Milli mücadele döneminde Bolşevikler ile Ankara hükümeti arasındaki sıkı ilişkilerin bir sonucu olarak Türkiye’nin “devrimin sürdürülebileceği bir ülke” olarak ön plana çıktığı görülmektedir. Ancak 1923 yılında Türkiye’de cumhuriyetin ilan edilmesinden sonra, TKP’nin etki alanı göz önüne alındığında iktidar için önemli bir alternatif olduğu ve tasfiye edilmesi gerektiği fikri ağır basmıştır[2]. Bu tarihten sonra 1946 yılında  Türkiye’de çok partili hayata geçiş denemelerinin bir ürünü olarak Şefik Hüsnü tarafından kurulan ve geniş bir örgütlenme becerisine sahip olan Türkiye Sosyalist Emekçi ve Köylü Partisi kurulmuş ancak bu partinin ömrü yalnızca altı ay sürmüş, daha sonra kapatılmıştır[3]. Bu tarihten itibaren Türkiye’de sol düşünce on yıllık bir durgunluk ve sessizlik süreci içerisine girmiştir.

Türkiye’de sol düşünceyi tekrar harekete geçiren iki önemli gelişme yer almaktadır. Birincisi Soğuk Savaş döneminde Türkiye’nin Marshall planı ile birlikte Türkiye ekonomisine girmeye başlayan yabancı sermaye ile Türkiye’nin kapitalist dünya ekonomisine eklemlenmes sürecinin ivme kazanmasıdır. İkinci önemli gelişme ise Türkiye siyasal hayatında gerçekleşen 27 Mayıs darbesi sonrasında Türkiye’deki en demokratik anayasanın çıkarılarak, işçi sınıfının grev hakkı, sendikal haklar gibi örgütlenmesini kolaylaştıracak hakların tanınmış olmasıdır. Bu tarihten itibaren hızla İstanbul, Zonguldak gibi şehirlerde meydana gelen işçi grevleri ulusal çapta sol düşüncenin canlanmasında önemli rol oynamıştır[4]. Öyle ki 1963-1970 yılları arasında 89.939 işçinin katıldığı 513 grevin gerçekleştiği belirtilmektedir[5]. Bu gelişmeleri takiben işçilerin sendikal haklarının korunması hedefi doğrultusunda 13 Şubat 1967 yılında Devrimci İşçi Sendikaları Konfederasyonu (DİSK) kurulmuştur.

 1961 yılında Türkiye’deki sol düşünce adına önemli bir gelişme daha yaşandı. Doğan Avcıoğlu ve çevresi tarafından çıkarılan YÖN Dergisi etrafında toplanan bir grup yazar ve düşünür bir bildiri vasıtasıyla “antiemperyalizm odağında Kemalist, ileri atılımın ordu ile mümkün olacağı iddiası” ile harmanlanmış bir sol düşünce ortaya atarak tarihteki yerini almıştır[6]. YÖN hareketi bu doğrultuda kalkınmayı hedef alan çizgisinin ordu içerisinde bir etkinlik alanı kurma isteği ile birleştirerek Silahlı Kuvvetler içerisinde de benzeri bir örgütlenme girişiminde bulunmuş ancak 9 Mart 1971 tarihinde gerçekleştirilen askeri darbe başarısız olduktan sonra bu hareket önemini yitirmiştir.

Doğan Avcıoğlu önderliğinde çıkarılan Yön Dergisine ait görsel

1961 yılında aynı zamanda sol siyasetin legal oluşumlarından birisi olan Türkiye İşçi Partisi (TİP) kurulmuştur. Bu partinin kuruluşunda hiç şüphesiz TKP çevrelerinin de payı azımsanmayacak kadar büyüktür. TKP kadrolarından gelen Behice Boran ve Mehmet Ali Aybar bu partinin önemli yöneticileri olarak ön plana çıkmaktadır. YÖN hareketinin ortaya attığı “Milli Demokratik Devrim” düşüncesine karşı TKP ve TİP ortak bir tavır alarak aynı çizgide bu düşünceye muhalefet etmişlerdir. Ancak bu muhalefet ortaklığı, TİP içerisinde yer alan TKP çevreleri ve TİP yöneticileri arasında meydana gelen görüş ayrılıkları ve gerilimlerin sonucunda yavaş yavaş bir bozulma süreci içerisine girmiştir. Bu bozulma sürecinde etkili olan iki önemli dönemsel olay göze çarpmaktadır. Bunlardan birisi 1968 Prag Baharı, diğeri ise Türkiye’de gerçekleşen 12 Mart 1971 darbesidir. Prag Baharı neticesinde Sovyetler Birliği’nin müdahalesi Mehmet Ali Aybar tarafından eleştirilmiş ve TİP içerisinde yer alan kadroların görüş farklılıklarının keskinleşmesine neden olmuştur. Diğer gelişme olan 12 Mart 1971 darbesi neticesinde ise TİP kapatılmış, sol siyasetin “legal” yapılanmalar ve kurumlar aracılığıyla sürdürülebileceği inancını zayıflatmıştır. Böylece cunta rejimleri ve sağ siyasete karşı sol düşünce ve akabinde gelişen sol siyasi tavır legal yapılanmalardan ziyade daha radikal ve illegal oluşum arayışları içerisine girmiştir[7]. Yine de TİP deneyimi 1960 darbesinden 1971 darbesine değin geçen 10 yıllık süre içerisinde işçileri etkileyebilmeyi başarmış, destek ve sempati kazanabilmiştir.

1961 yılında kurulan Türkiye İşçi Partisi’ne ait logo

Çatışmalar ve Şiddet Dönemi

Türkiye ekonomisinde 1958 develüasyonun yıkıcı etkileri ve ekonomik krizin derinleşmesi sonucunda 1968 yılının Haziran ayında İstanbul Üniversitesi’nde patlak veren boykot eylemleri kısa sürede tüm üniversitelere yayılmıştır. Bu olayları takiben 1969 yılında ODTÜ’de ABD Büyükelçisi Kommer’in aracının yakılması sonucunda bu eylemlerin dozu giderek artmıştır. Aynı yıl ODTÜ’de meydana gelen çatışma ve kavgalar, İstanbul’da yaşanan  fabrika işgalleri ve işçilerin öldürülmesi, sol aydınların katledilmesi ile Türkiye siyasetinde “silahlı çatışmalar dönemi” olarak anılacak bir sürecin kapısı aralanmıştır[8]. 1970 yılının Haziran ayında Demirel hükümetinin DİSK’in faaliyetlerini kısıtlama niyetini belirten yasa tasarısını gündeme getirmesiyle 15-16 Haziran 1970 tarihinde Türkiye işçi sınıfının en büyük kalkışması meydana gelmiştir. Bu kalkışmanın ülke genelinde büyük bir ses getirmesi 1971 ihtilaline giden yolun döşenmesini hızlandırmış ve ihtilali burjuvazinin çıkarları açısından gerekli kılmıştır. Nitekim 1971 ihtilali sonrasında bu doğrultuda “reel işçi ücretleri düşürülmüş, tarımdan sanayiye kaynak aktarılmış, fiyat mekanizması yoluyla tarım gelirlerinin ulusal gelir içerisindeki payı azaltılmıştır”[9].

Diğer yandan Deniz Gezmiş, Mahir Çayan, Hüseyin İnan, Yusuf Arslan, Sinan Cemgil gibi isimler üniversitelerde gençlik örgütlerinin liderliğini yapmakta ve sol düşüncenin parti dışı öncüleri olarak ön plana çıkmaktaydılar. Bu şartlar içerisinde 1971 ihtilali sonrasında Türkiye Halk Kurtuluş Partisi (THKP), Türkiye Halk Kurtuluş Ordusu (THKO) ve TKP/ML gibi kısa sürede örgütlenen bazı çevreler çatışma ve şiddet yoluyla Türkiye’de eşi benzeri görülmemiş eylemleri gerçekleştirmişlerdir. Bu üç oluşum için gözlemlenebilecek ortak nokta; pratikteki eylemlerin legal siyaset içerisindeki söylemlerden daha önde olduğu fikrinin benimsenmiş olmasıdır. Bu düşüncenin en çok ön plana çıktığı isim Mahir Çayan’dır. Çayan, Türkiye’deki mevcut durumu sık sık Latin Amerika’daki Küba ile özleştirerek 1959 Küba Devrimi’nin Türkiye’de de pratik edilebileceğini düşünüyordu[10]. Bu amaç doğrultusunda THKP-C ve THKO grupları kır ve kent gerillası hareketlerine öncülük eden iki örgüt olarak ön plana çıkmışlardır. 1971 Emek Bankası soygunu, ABD tesisi baskını ve ABD askerlerinin kaçırılması ile ivme kazanan bu dikkat çekme girişimleri 1971 yılında Çayan ve arkadaşlarının Kızıldere’de öldürülmeleri, 1972’de ise Deniz Gezmiş, Yusuf Aslan ve Hüseyin İnan’ın idam edilmesi sonucunda son bulmuştur.[11]