Ermeni soykırımı iddiaları tehcirin gerçekleştiği 1915 yılından beri sürmektedir. Türkiye’de yazılan birçok kaynak Osmanlı Arşivine dayandırılarak bunun gerçek olmadığını belirtmektedir. Fakat bugün neredeyse tüm Ermeni halkı bu soykırıma inanıyor ve inandırılıyorlar. İşte bu soykırım iddiaları ile yetişen bir nesil ASALA Terör Örgütü’nü kurmuş ve birçok masum sivili şehit etmiştir. Bu çalışmada Ermeni Tehcirini genel hatlarıyla ele aldıktan sonra ASALA’nın kim? Ne? Neden? Neler Yaptı? sorularına cevap bulacağız. Son olarak ASALA’yı oluşturan Ermeni Soykırımı’nın Ermenistan’da körü körüne inanılmasının sebebini ve masum Türk Vatandaşlarına neler yaptığını gazeteleri de görerek cevap arayacağız.
Soykırım dendiği zaman Nazilerin, Yahudilere ve diğer etnik gruplara karşı giriştikleri kitlesel kıyım akla gelir. 1939–1945 yılları arasında Naziler, Yahudiler, savaş tutsakları, çingeneler, Polonya ve Yugoslavya sivil halkından oluşan 11 milyona yakın insanı katletmiştir. Üstelik ‘soykırım’ kelime anlamına uyan üstün ırktan olmayan kişilerin öldürülmesi amaçlanmıştır ki zaten soykırım kelimesinin içi de bu olaylar üzerine doldurulmaya başlanmıştır.
Soykırım kelimesi 1944 yılında Polonya Yahudisi R.Lemkin tarafından tanımlanmış bir insanlık suçudur. İngilizcesi ‘genocide’ olan kelime Yunancada aile anlamına gelen ‘genos’ ve Latincede öldürme anlamına gelen ‘cide’ kelimelerinin birleşmesinden meydana gelir.
Soykırım, 1948 yılında Birleşmiş Milletler Soykırımın Önlenmesi veCezalandırılması Konvansiyonu kararıyla uluslararası hukukun önemli bir parçası olmuştur.
Bu kararda soykırım oluşturan eylemler 5 maddede toplanmıştır. Bunlar:
a)Gruba mensup olanların öldürülmesi;
b) Grubun mensuplarına ciddi surette bedensel veya zihinsel zarar verilmesi;
c) Grubun bütünüyle veya kısmen, fiziksel varlığını ortadan kaldıracağı hesaplanarak, yaşamşartlarını kasten değiştirmek;
d) Grup içinde doğumları engellemek amacıyla tedbirler almak;
e) Gruba mensup çocukları zorla bir başka gruba nakletmek;
Osmanlının uyguladığı Ermeni tehcirinde bunlara örnek olabilecek bir hareket yoktur. Devletler günümüzde dahi bu kararlara aykırı hareketlerde bulunmaya devam etmektedirler.Örnek olarak 1954–1962 yılları arasında Fransızlar Cezayir’de en az 1 milyon Cezayirli’yi katletmiş 1965–1966 yıllarında Endonezya ordusu bir milyon komünisti ve ailelerini öldürmüş, 1994’de Ruanda’da 500.000 TutsiHutular tarafından öldürülmüş ve son olarak ve son olarak 1991’den sonra Bosna-Hersek ile Kosova’da binlerce Müslüman Sırp vahşetine maruz kalmıştır. Asıl bunlar doğrudan soykırımı oluşturan eylemlerdir. Fakat şu anda soykırıma uğrayan hiçbir millet emperyalist ülkelere karşı ayaklanıp onlardan toprak isteme cesaretini gösterememektedir.[1]
Tehcir’in kelime anlamına bakarsak “Göç ettirme, göç etmesine sebep olma, sürme”olarak Türk Dil Kurumu’nda yer almaktadır
Ermeni soykırım tarih yazımının temeli, yukarıda sayılan sebeplerden kaynaklanan1894-1896 yılları arasında Osmanlı Devleti içerisinde meydana gelen olaylar, 1909 Adana Olayları ve 1915 Tehcirine dayanır. 1894 yılından bu yana Ermeni tarihçileri hep aynı metodu izleyerek Osmanlı Devletinin kendileri hakkında katliam politikası izlediğini ve 1915 tehciriyle bunun soykırım niteliğini aldığını iddia ederler. Bu tarihçiler ya olayların geçtiği tarihlerde bu bölgede bulunan Hıristiyan görevlilerinin yazdıklarını ya da sözde bukatliamlardan kurtulanların anlattıklarını kendilerine kaynak olarak seçerler. Bu yazarlar için bunların dışında farklı bir kaynağı kullanarak yeni bir tarihi yaklaşım göstermek pek rastlanır bir olgu değildir.[2] Bu nedenle Osmanlı’nın yaptığı tehcir nedir ve neler olmuştur? Neden yapılma gereği duyulmuştur?
Osmanlı Hükümeti’nin Birinci Cihan Harbi’ne girme kararı almasının en önemli nedenlerinden biri, hızla akmakta olan kum saatini durdurarak İmparatorluğu Rusya’ya karşı koruyabilme endişesidir. Bu çerçeveden bakıldığında, Doğu’daki Ermeni azınlığın tasarrufları ayrı bir önem kazanmaktadır. Daha 1912 yılında, İstanbul’daki Rus büyükelçisi Dışişleri Bakanı S. D. Sazanof’a gönderdiği raporunda, “Van, Bâyezid, Bitlis, Erzurum ve Trabzon konsoloslarımızın bildirdiklerine göre bu vilayetlerdeki Ermenilerin hepsi Rusya tarafındadırlar ve bizim ordularımızı bekliyorlar…21 Kasımda Bâyezid konsolosunun bildirdiğine göre, bütün Ermeniler Türkiye’ye karşı düşmanca tavırda bulunuyorlar ve Rusya’nın prodüktörlüğünü, Ermeni topraklarını işgal etmelerini bekliyorlar. Ermeni Patriği Rusya’ya Türkiye’deki Ermeni halkını kurtarması için yalvarmaktadır.”[3]demektedir. 1914 yılına gelindiğinde, Ermeni komiteleri de Türkiye’deki şubelerine şu talimatı vermişlerdir: “Rus ordusu sınırdan ilerler ve Osmanlı ordusu geri çekilirse her tarafta birden eldeki vasıtalarla başkaldırılacaktır.Osmanlı ordusu iki ateş arasında bırakılacak, resmî binalar bombalanacak, iaşe depolarına sabotajlar düzenlenecek; aksine Osmanlı ordusu taarruza geçerse Ermeni askerleri Ruslara katılacak ve silah altına alınanlar kıtalarından kaçarak, Türk birliklerinin geri cephelerine zarar vermek ve ülke içinde çeşitli olaylar çıkarmak için çeteler kuracaktır.”[4]
Nitekim savaşın başında Doğu Cephesi’nde yaşanan gelişmeler aynen yukarıdaki raporlarda öngörüldüğü şekilde seyretmiştir. Ermeniler, seferberlik ilan edildiği 3 Ağustos 1914 tarihinden itibaren ordudan kaçmaya başlamışlar; Türk askerlerine karşı Zeytun’da silahlı saldırı tertip etmişler; Rusya’ya göç ederek Ruslar tarafından Türk ordusuna karşı savaşmak üzere oluşturulan çetelere katılmışlar; Rus ordusunun 1 Kasım 1914’te Doğu Anadolu üzerine başlattığı taarruzu müteakip de birçok vilayette isyan çıkarmışlardır. Bu Ermeni isyanları arasında en büyüğü ve aralarında tehcir kararı da bulunmak üzere sonuçları açısından en önemlisi, Van’daki isyandır.[5]
Birinci Dünya Savaşı patladıktan bir süre sonra 21 Temmuz 1914 yılında Osmanlı Devleti seferberlik ilân etti. Aynı günde Taşnak-sütyun, Hınçak, Ramgavar ve Veragöz gibi Ermeni komite liderleri toplanarak şu kararları almış ve bunları bütün teşkilatlarına bildirmişlerdir;
Takım takım, silah ve cephanelerle askerlikten firar edilecektir.
Türk köylerine hücum edilerek olaylar çıkarılacak, Türk askerlerinin ailelerini korumak için askerden firar etmeleri sağlanacaktır.
Seferberlikte kurulacak askeri nakliyat tertibatını bozmak için askeri erzak ve cephane kollarına saldırılacaktır.
Rus Ordusu ilerlerse Osmanlı askeri, iki ateş arasında bırakılacaktır.
Gönüllü olarak firar edilerek ve Rus ordusuna iltihak edilecektir.
Terk edilecek her yerde yangınlar çıkarılacak ve işe yarar her şey tahrip edilecektir.
Düşman devletler hesabına casusluk yapılacaktır.
Türk askerinin maneviyatını bozmak ve askerden kaçmalarını sağlamak için propaganda yapılacaktır.[6]
Van ve çevresinde memur ve jandarmalar öldürülmüş, karakollar ve Türklerin evleri saldırıya uğramış, resmi binalar yakılarak isyan bütün Van bölgesine yayılmıştır. Osmanlı hükümetinin seferberlik ilanından itibaren dokuz ay boyunca iyi niyetle ve küçük tedbirlerle işi çözmeye çalışması fayda etmemiş, Ermeniler konusunda köklü tedbirler alma lüzumu gün geçtikçe önem kazanmıştır. Bu tedbirlerin en önemlisi, tehcir kararıdır. İşte bu makale tehcir sürecinin nasıl işletildiği üzerinde duracak ve gerçeğin Ermeni propagandası tarafından sunulan manzaradan tamamen farklı olduğunu gösterecektir.[7]
1915’te Osmanlı İmparatorluğunda yaşayan Ermeniler, Taşnak ve Hıncak adlı çeteler oluşturup Doğu Anadolu’daki Türk köylerini basıp oradaki köylüleri katletmiştir. Bu Ermeni isyancıların hedefi Birinci Dünya Savaşında Osmanlı ve Almanlara karşı savaşan İngiliz, Fransız, Arap ve Rus askerlere yardım etmekti. Ruslar ve Fransızlar Ermenileri ikna etmek için onlara Osmanlı İmparatorluğunun yerine “Büyük Ermenistan” adlı bir devletten söz etmiştir. Bu devleti gerçekleştirmek için Ermeniler Osmanlılara karşı ayaklanmıştır ve çoğu Türk ve Kürt olmak üzere 523.000 Osmanlı vatandaşı katletmiştir.[8]
İsyan başlatan ve yavaş yavaş çeteleşmeye başlayan Ermeniler bu şartlar altında yani Osmanlı’nın seferberlik ilan ettiği ve her şeyi ile bir cihan harbi ettiği zamanda Ermeniler savaştan kaçıp yüz yıllardır beraber yaşadıkları halka ve onlara kardeş gibi bakan devlete sırtlarını dönmüş ve “Büyük Ermenistan” dedikleri hayali gerçekleştirme uğruna komşularını öldürmeye katletmeye başlamışlardır. Böylesi vahim bir tablo karşısında Osmanlı Devletinin Bir şeyler yapması gerekmekteydi. Bu nedenle hükümet çözüm arayışlarına girmiştir.
24 Nisan 1915’de, Van’da 10 bin Müslüman Türk’ün Taşnak Ermenileri tarafından katledilmesi üzerine Osmanlı Hükümeti aldığı bir kararla Taşnak, Hınçak, Ramgavar gibi Ermeni cemiyetlerini kapatmıştır. Bu cemiyetlerin yöneticilerini tutuklatmıştır. Bu tedbir de etkili olmayınca ve Ermeniler bölgede katliamlarını sürdürmesi üzerine 27 Mayıs 1915’de “Tehcir Kanunu”nu çıkarmıştır. Osmanlı Hükümeti’nin 27 Mayıs 1915 tarihli çıkardığı kanun, bir soykırım kanunu değil, “Tehcir (Göç)” 27 Mayıs 1915 tarihli bu kanun, Müslüman-Türk ahaliye yönelik katliam yapan Taşnak, Hınçak ve Ramgavar Ermeni Çetelerini kapsamakta idi…1915 yılında uygulanan bu “yer değiştirme kararı”nda göçe tabi tutulan Taşnak, Hınçak çetelerinin can ve mallarını teminat altına alacak tedbirler de esirgenmemiştir. Ayrıca yolculuk esnasında Ermenilerin herhangi bir saldırıya uğramalarını engellemek amacıyla, çeşitli güvenlik tedbirleri de alınmıştır. [9]
Ayrı bir parantez açmak gerekirse 24 Nisan’da yapılan katliamlardan dolayı Ermeniler bu günü soykırım tarihi olarak kabul etmekte ve her yıl anma törenleri yapıp bunu dünyaya göstermek için uğraşmaktadır.
27 Mayıs Tehcir Kanuna göre;
Nakli gerekenler, gidecekleri yerlere kadar refah içerisinde sevk edileceklerdir.
Yollarda istirahatleri, can ve mal güvenlikleri korunacaktır
Gittikleri yerlerde kesin yerleştirilmelerine kadar kendilerine göçmen ödeneğinden geçimlerini sağlamak için yardım yapılacaktır.
Eski mali durumlarına uygun olarak kendilerine mal ve arazi dağıtılacaktır. Hükümet tarafından ev yaptırılacaktır.
Terk ettikleri mallarından geriye kalanlar kendilerine verilecek bu olmadığı takdirde, bunların karşılığı para olarak ödenecektir.
Boşaltılan şehir ve kasabalarda bulunan Ermenilere ait taşınmaz malların sayımı yapılacak, bunların cinsleri ve kıymetleri, miktarları tespit edilecek göçmenlere verilecektir.[10]
Osmanlı İçişleri Bakanlığı, 28 Mayıs 1915’de, göç ettirilenlerin barındırılmaları, yedirilip içirilmeleri ile ilgili hususları içeren ayrıntılı bir yönetmelik yayınlamıştır. Bunun yazı maddelerini şöyle sıralayabiliriz:
Nakli gereken halkın gönderilme işi, mahalli idare memurlarının yönetimine aittir.
Göç ettirilenler, bütün hayvan ve taşınabilir mallarını beraberinde götürebilirler.
Göç sırasında göçmenlerin can, mal güvenliklerinden, yedirilme ve istirahatlarının sağlanmasından, geçiş yollarındaki memurlar görevlidir. Bu konuda meydana gelecek aksaklıklardan rütbe sırasıyla bütün görevliler sorumlu tutulacaktır.
Göç sonunda göçmenler, sağlıklı çalışmaya, tarımla uğraşmaya elverişli köy ve kent evlerine yerleştirileceklerdir.
Yeni yerleşme bölgesinde göçmenlere verilecek arazi yoksa, devlet malı ve çiftliklerden faydalanılacaktır.
İskân bölgesine yerleşinceye kadar, muhtaç durumda bulunanlara uygun miktarda hükümet yardımı sağlanacaktır.
Tarım yapacaklardan ve sanatkârlardan muhtaç bulunanlara uygun miktarda araç veyahut sermaye verilecektir.[11]
Ermeniler tüm yaptıklarına karşın bu ve bu gibi önlemler ile bir tehcire tabi tutulmuştur ve bu durum Oxford Hristiyanlık Sözlüğünde“Ermeniler tarihleri boyunca zaman zaman zulme maruz kalmışlardır ve bu milletin çoğu Türkler tarafından katledilmiştir, günümüzde de Sovyetler bunları ezmektedir. 1915 toplu katliamında 1.500.000 Ermeni hayatını kaybetmişti.”şeklinde yer almıştır.
Konumuzun özüne gelirsek Ermeni Tehciri yada Ermenilere göre Ermeni Soykırımı dallanıp budaklanmış ve 1915 sonrası yetişen Ermeni neslini bir nefret içinde yetiştirmiştir. Bu durum ASALA Terör Örgütü’nün 1973’te kurulmasıyla silahlı eylem seviyesine ulaşmasını sağlamıştır.
Ermenistan’ın Kurtuluşu İçin Ermeni Gizli Ordusu ASALA (Armenian Secret ArmyfortheLiberation of Armenia, Ermenice: Hayastani Azatagrut’yan Hay Gaghtni Banak ), Uluslararası Terör Hareketi’nin bir parçası olduklarını kabul eden, bu mücadelenin de ancak silahlı olarak gerçekleşeceğini ilan etmiş olan bir kuruluştur. ASALA, 20 Ocak 1975’te, Lübnan’da, muhtemelen Bekaa’da kurulmuştur. ASALA terör örgütü amaçlarını; olarak bildirilerinde açıklamıştır.
1-İşgal altında olduğunu iddia ettikleri Ermeni topraklarını kurtarmak.
2-Birleşik demokratik ve sosyalist bir Ermenistan kurmak.
3-Topraklarına döndüklerinde, Ermeni halkına en azından kendi kararını belirleme hakkının tanımasını sağlamak.
4-Sözde katliamın tarihi bir gerçek olarak Türkiye tarafından kabulünü temin ettirerek, Türkiye’yi bu sebeple tazminat ödemeye mahkum etmek.[12]
Ermenilere göre, organize Ermeni terörist kampanyası ilk olarak 1975 yılında başlatılmıştır. Arapça çıkan Al-Majallah gazetesinde yer alan bir röportajda ASALA temsilcilerinden biri, örgütünün giriştiği ilk eylemin, 1975 yılında Dünya Kiliseler Birliği’nin Ermenileri Amerika’ya göç etmeye teşvik eden Beyrut’taki bir bürosuna yapıldığını söylemiştir. 1980’de Beyrut’ta yayınlanan bildiride ASALA’nın Ermenistan’ı kurtarmak uğruna giriştiği devrimci hareketin 5. yılını kutladığı belirtilmektedir. Bu örgütün ilk terörist kampanyası 22 Ekim 1975’te Viyana’da Türkiye’nin Avusturya Büyükelçisi Danis Tunalıgil’in öldürülmesi ile başlamaktadır.(Fotoğraf 1) 24 Ekim 1975’te Türkiye’nin Paris Büyükelçisi İsmail Erez ve makam şoförü Talip Şener öldürülür.(Fotoğraf 2) Saldırıyı ASALA üstlenir.
Türkiye’de ki kaynaklar ise ASALA saldırıları için 27 Ocak 1973’te Santa Barbara’da yaşanan ve Başkonsolos Mehmet Baydar ile Konsolos Bahadır Demir’in suikasta uğradığı tarihi başlangıç olarak görmektedir.(Fotoğraf 3)
Asala Eylem Haritası
Fitili ateşlenen terör olayları, bu suikastten sonra hız kazandı. Şubat 1976’da Oktay Cerit (Fotoğraf 4), Haziran 1977’de Taha Carım (Fotoğraf 5), Haziran 1978’de Zeki ve Necla Kuneralp ile Beşir Balcıoğlu Necla Kuneralp’in kardeşi (Fotoğraf 6), Aralık 1979’da Yılmaz Çolpan (Fotoğraf 7), Temmuz 1980 Galip ve Neslihan Özmen (Fotoğraf 8), Aralık 1980’de Şarık Arıayak ve Engin Sever Asala terörüne kurban gittiler.(Fotoğraf 9)
Beyrut, Vatikan, Madrid, Lahey, Atina derken liste uzamaya, olaylar tırmanmaya devam etti. Ne alınan önlemler ne de yapılan uyarılar hiçbir fayda sağlamazken 1980’ler itibariyle ASALA eylemleri çeşitlenmeye ve değişmeye başladı. Başlangıçta sadece diplomatik hedeflere suikast ve baskın düzenleyen teröristler zamanla yön değiştirerek yeni saldırı tekniklerine kaydılar. Bunun en belirgin örneği, 1981 yılında Paris’teki Türkiye Başkonsolosluğu ve Kültür Ataşeliği’ne yapılan baskın ve rehin alma olayı.[13](Fotoğraf 10)
Beyrut, Vatikan, Madrid, Lahey, Atina derken liste uzamaya, olaylar tırmanmaya devam etti. Ne alınan önlemler ne de yapılan uyarılar hiçbir fayda sağlamazken 1980’ler itibariyle ASALA eylemleri çeşitlenmeye ve değişmeye başladı. Başlangıçta sadece diplomatik hedeflere suikast ve baskın düzenleyen teröristler zamanla yön değiştirerek yeni saldırı tekniklerine kaydılar. Bunun en belirgin örneği, 1981 yılında Paris’teki Türkiye Başkonsolosluğu ve Kültür Ataşeliği’ne yapılan baskın ve rehin alma olayı.[13](Fotoğraf 10)
24 Eylül günü elçiliği basan 4 terörist, güvenlik görevlisi Cemal Özen’i öldürüp Başkonsolos Kaya İnal’ı yaraladı ve içerideki 8’i kadın ve bir tanesi 3 yaşında bir bebek olan 56 kişiyi rehin aldı. Ermeni militanlar, 15 saat süren rehine eylemini Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin içlerinde 2 Ermeni, 5 Türk ve 5 Kürt bulunan 12 siyasi tutukluyu serbest bırakması için gerçekleştirmiş olsalar da Türkiye’den herhangi bir olumlu yanıt alamadılar ve 15 saatin sonunda rehineleri serbest bırakarak teslim olmak zorunda kaldılar. Paris’te bu olaydan önce düzenlenen saldırılarda halihazırda 6 Türk’ün öldürülmüş olması ve 4 Ermeni militanın bir kişinin ölümü de dahil olmak üzere pek çok suçtan yargılanmalarına rağmen sadece 7 yıl hapis cezasına çarptırılması, Türkiye-Fransa ilişkilerinin gerginleşmesine neden oldu. Pek çok ASALA destekçisi tarafından ASALA’nın terör tarihinin en etkili eylemi olarak değerlendirilen olay, Fransız basınının 15 saat kesintisiz yayın yaparak Ermenilerin propagandasını yaptığı yönünde eleştirilere de hedef oldu.[14]
Öldürülen Diplomatlar
Mühim olay öncesi Ocak 1982’de Kemal Arıkan(Fotoğraf 11), Mayıs 1982’de Orhan Gündüz(Fotoğraf 12) ve Haziran 1982’de Erkut Akbay şehit edildiler.(Fotoğraf 13)
7 Ağustos 1982’de iki Ermeni saldırgan, Ankara Esenboğa Havalimanı’nda silahlı olarak ortaya çıktı, etrafa ateş açtı ve havalimanının kafeteryasında 20 kişiyi rehin aldı. Türk polisinin operasyon düzenlemesi ile çıkan çatışmada 3 Türk polis memuru, 3 Türk yolcu, 1 Amerikalı kadın yolcu ve 1 Alman mühendis hayatını kaybederken 72 kişi de yaralandı.[15](Fotoğraf 14)
Bu olay üzerine ASALA saldırılarına dur durak vermeden devam etti. Aynı ay Atilla Altıkat(Fotoğraf 15) sonraki ay Bora Süelkan şehit edildi.(Fotoğraf 16)Orly Katliamı öncesinde de önce Ocak 1983’te Nadide Akbay ve Mart 1983’te de Garip Balkar suikaste uğradı.
Esenboğa olayının ardından ASALA’nın havalimanlarına yönelik ilgisinde de bir artış oldu. Öyle ki bu ilgi 1983’te Fransa’nın Orly Havalimanı’nda gerçekleşen ve Orly Katliamı olarak da bilinen saldırı ile gözler önüne serildi.(Fotoğraf 17)18 Temmuz 1983’te Orly Havalimanı’nın Türk Hava Yolları bürosunda Ermeni terörist VarujanGarabedyan tarafından bir bomba patlatıldı. Saldırgan aslında bombayı THY uçağı havadayken patlayacak şekilde tasarladığını ancak bombanın bagaj rampasında patlayarak erken infilak ettiğini itiraf etti. Patlamada 2 Türk, 4 Fransız, 1 Amerikalı ve 1 İsveçli hayatını kaybederken 28’i Türk 55 kişi de yaralandı. Orly Katliamı, Fransız mercilerinin ASALA’ya karşı takındığı gevşek tavrı da vurgulayan bir olay olarak önemliydi; çünkü bu saldırının ardından Fransız yetkililer ASALA’ya karşı mücadelede aktif olarak Türkiye’ye destek olmaya başladılar.[16]
Orly katliamı ile zor döneme girse de ASALA eylemlerine aktif olarak 1984’ün sonuna kadar seri şekilde devam etti. Temmuz 1983’te Dursun Aksoy ve Cahide Mıhçıoğlu, Nisan 1984’te Işık Yönder, Haziran 1984’te Erdoğan Özen(Fotoğraf 18) ve Kasım 1984’te Evner Ergun şehit edildi.(Fotoğraf 19)
1983 yılında ki saldırı ile zor zamanlar yaşamaya başlayan ASALA’nın bu konudaki diğer aşaması 1988 olmuştur.
ASALA, 1982 yılında İsrail’in Lübnan’ı işgal etmesi üzerine Filistinliler ile birlikte Lübnan’ı terk etmek zorunda kalmış ve örgüt, Ermeni nüfusunun etkin olduğu İran ve Yunanistan’a geçmiştir. ASALA lideri AgopAgopyan’ın 28 Aralık 1988 tarihinde Atina’da öldürülmesinden sonra örgüt, ASALA-MR (DEVRİMCİ HAREKET), ASALAPMLA (HALK KAREKETİ) ve SASSOON diye üç gruba bölünmüş, 19 Aralık 1991 tarihinde Türkiye’nin Budapeşte Büyükelçisi’ne karşı girişilen saldırıyı SASSOON adlı grup üstlenmiştir.[17]
Bu olayın ardından bir süre daha farklı kollarla aktif olmaya çalışan ASALA 1994 yılının ardından sessizliğe gömülmüş ve arkasında birçok kanlı eylem bırakmıştır. Örgütün tam anlamı ile aktif olduğu süreç 1973-1985 arası kabul edilirken ASALA’nın dağılmadan önce PKK ile de örgütsel bağlantılar kurduğu da bilinmektedir.
PKK’nın etnik Ermeni terör örgütü ASALA ile işbirliğine gitmesi ve ortak eylem kararı almasıyla 1980 yılından itibaren PKK tehdidi daha da etkili olmaya başlamıştır. Bu kapsamda Ocak-Nisan 1980 tarihi içerinde PKK liderlerinden Cuma kod adlı Cemil Bayık ile Ermeni terör örgütü ASALA mensupları arasında iki kez güç ve eylem birliğine dair ortak karar alınmıştır. PKK-ASALA ilişkileri, bir süre sonra ASALA militanlarının PKK mensuplarına, özellikle patlayıcı maddeler konusunda askeri dersler vermeye başlamasıyla daha da gelişmiştir.[18]
ASALA Ermenistan’ın soykırım iddiaları ile büyüttüğü çocukların ürünüdür. Bu anlatım ve yetiştirme ile günümüzde tüm Ermenistan bu yalanlara inanmaktadır ve normalin ötesinde psikoloji sahibi insanlar bazen çare olarak gördükleri şeyleri suçsuz ve masum insanları katletmekte bulabilmektedir. İşte bu gibi bir ortamdan çıkan ASALA Terör Örgütü birçok vatan evladına suikast düzenlemenin yanısıra birçok başarısız suikast ve eylem girişiminde de bulunmuştur.(Örneğin 1982 Rotterdam Fotoğraf 20)
ASALA Terör Örgütü yıllarca kendi inandığı doğrular çerçevesinde Türkiye’ye “Sözde Ermeni Soykırımını kabul ettirmeye çalışmıştır. Olmayan bir şeye bu kadar körcesine bağlı olmak bir devlet politikası ve yetiştirme biçimidir. Aileler küçüklükten itibaren çocuklarını bu şekilde yetiştirmiştir. Yetiştirdikleri çocuklarda kendi çocuklarını böyle yetiştirince bu bir gelenek haline gelmiştir ve günümüzde sorgulamadan ve kendi önlerine konan yenlerle sahte soykırım tarihlerinde(24 Nisan) bunu anmaktadır. Günümüzde belli konularda aynı sorun Türkiye’de de olsa bu hiçbir zaman terör eylemine dönüşmemiştir.
ASALA Terör Örgütü ortadan kalkmadan önce Türkiye’ye son zararını vermiş ve günümüzde ki terör sorununu oluşturan PKK ile bağlantılarını kurmuş ve bu diğer cani terör örgütünün kendisinin elinde tuttuğu kıyım bayrağını onların almasına izin vermiştir.
ASALA Terör Örgütü 1973 yılından 1985 yılına kadar aktif ve düzenli şekilde saldırılar düzenlemiştir. Ondan bölünen terör örgütleri de 1994’e kadar eylem denemelerinde bulunmuş ve bu oluşum yavaş bir şekilde ortadan kalkmıştır. PKK ise 1978’de kurulmuş olup ASALA Terör Örgütü’nün yolundan henüz ayrılmamıştır.