15. ve 19. yüzyıllar arasındaki dört yüzyıl Avrupa tarihi için tam anlamıyla bir dönüm noktası olmuştur. Bu süreç Rönesans ve coğrafi keşifler ile başlamış, devrimler çağına kadar gelmiştir. Devrimler Avrupası’na geldiğimizde ise denizlerde Büyük Britanya, karada ise Fransa ve Rusya’nın üstünlüğü vardır. Fransız monarşisi Kral XIV. Louis’in döneminde sağlam temeller üzerine oturmaya başlamıştı ve Kardinal Richelieu’nun kara ordularında başlatmış olduğu reformlar sonucu Fransa, konumunu güçlendirmişti. İspanya’nın 1701 ve 1714 yılları arasında geçirmiş olduğu Veraset Savaşları sonucunda, Avrupa’daki konumu büyük ölçüde kaybetmesi ve kendi monarşisini Bourbon tesiri altında bırakması, Fransa’nın karada güçlenmesini sağlamıştır. Fransa’nın büyük hasmı olan Britanya, denizlerde halen daha üstünken, karada muhatabı olarak Avusturya, Rusya ve Osmanlı İmparatorluğu vardı. Richelieu’nun kara orduları reformunu devam ettirmesi gerektiği ortaydı, ancak krallık hasımlarına karşı giriştiği savaşlar neticesinde büyük ekonomik sorunlar altına girmiş, 1789 yılında ülke içerisinde ihtilal patlak vermişti. İşte tam bu olaylar zincirinin ortasında karşımıza ihtilalin önemli komutanlarından olan ve ileride “Fransızların Büyük Komutanı” olarak anılacak Napolyon Bonaparte çıkmaktadır.
Yazarın çizimi.
“Korsikalı”dan İmparator’a: Napolyon’un İtalya ve Mısır Seferleri
Avrupalı tarihçilerin birçoğu Napolyon konusunda fikir ayrılığına düşmektedir. Napolyon adına yazılan makale ve biyografiler sonucu; belli bir kesim onun başarılı olmasını isterken, bazıları onu “Avrupa’nın baş belası” olarak nitelemiştir. Günümüzde, başarılı olmasını isteyenlerin sayısı daha fazladır. Bunun sebebi de Napolyon’un ortaya koyduğu idealin, “birleşik bir Avrupa” olmasıdır. Napolyon bu düşüncesini Sainte-Heléné’de sürgün zamanında dile getirmiştir. Kendisine göre birleşik Avrupa’nın ilerlemesi için aynı ilke, aynı sistem, ortak mahkeme, ortak para, ortak ölçü ve ortak ağırlık sistemleri altında tüm Avrupa vatandaşları yaşamını sürdürecek, herkes serbestçe seyahat edip kendisini aynı vatanda hissedecekti [1]. Bu Napolyon’un kafasındaki Roma İmparatorluğu düşüncesini bize göstermektedir. Napolyon’un düşlediği “birleşik Avrupa” ise iki büyük dünya savaşının ardından yaşanan zorluklar neticesinde kurulacaktı. Napolyon ile ilgili tartışmalara ülkemizden Halil İnalcık da katılmıştır. Kendisinin “Napolyon nasıl Fransa’yı mahvetmişse…” şeklinde başlayan cümlesi ile Napolyon hakkındaki düşüncesi ortaya koymuştur [2]. Enver Ziya Karal, Mehmet Fuad Köprülü, Ali Akyıldız, Fahir Armaoğlu gibi önemli tarih profesörleri de Napolyon dönemi ve Osmanlı üzerinde tesirleri hakkında makaleler ele almıştır. Batı akademilerinde, Napolyon ile ilgili yazılan eserler yukarıda açıkladığımız tartışmalar ekseninde yazılmaktadır. Lakin elimizde çevirisi de mevcut olan ve Napolyon’u en iyi anlatan Biyografi François- René de Chateaubriand’ın “Mezar Ötesinden Hâtıralar Napolyon” (Mémories d’Outre-tombe Napoléon) adlı eseri olmuştur. Bu biyografi sayesinde Napolyon’un şahsi, askeri ve sosyal hayatını detaylı şekilde öğrenmekteyiz. Günümüzde Batı’da ve Türkiye’de yapılan en büyük hatalardan biri Napolyon hayatını az önce bahsettiğimiz tartışmalar zincirinde yazmaktır. Oysa Napolyon için çağdaş kaynaklara başvuran tarihçilerin yazdığı eserler her zaman daha önemli olmuştur. Bunun sebebi Napolyon’un anlaşılması çok zor bir portre olması ve hayatının birçok döneminde düşüncelerinin keskin bir şekilde değişmesidir. Napolyon’u her yönüyle kaleme aldığımız zaman ne demek istediğini ve ne yapma arzusunda olduğunu daha iyi anlayabileceğimizi düşünüyorum.
Bonaparteların soyu eski şecere kayıtlarında Nordille Bounaparte ile başladığı görülmektedir. Chateaubriand’ın de belirttiği bu bilgi sayesinde Bonapartlar’ın soyunu 13. yüzyılın ikinci çeyreğinden itibaren oluğunu görmekteyiz. Nordille Bounaparte’nin ismi 2 Nisan 1266 yılında Prens Conardin de Souabe ile yaptığı anlaşma sonucu kayıtlarda rastlanılmaktadır [3]. 1255 yılında Güney İtalya’dan kuzey İtalya’ya kovulan Trevisalı ailelerin içerisinde yer alan Bonapartlılar, Toskana bölgesine yerleşmişlerdir. 1612 yılına kadar bu bölgede kalarak yüksek kademelerde görev yapmışlardır [4]. 1612 sonrası tarihte Luigi-Maria-Fortunats Bounaparte, Korsika adasına geçerek Bonapartler’in Korsika kolunu başlatmıştır. [5]. 1768 yılında Kral XV. Louis’in hükümdarlığı sırasında Korsika Adası, Versailles Anlaşması ile Fransa’ya bırakıldı. Chateaubriand ise bu anlaşmanın tarihini 15 Mayıs 1769 olduğunu ve adanın tam hakimiyet altına aldığı tarihi 14 Haziran 1769 olarak verir. İki kaynağında ortaya koyduğu sonuç arasında bir yıl fark olmuş olsa da, adadan Cenevizliler’in bu tarihten önce Pascale di Paoli tarafından kovulduğunu bilmekteyiz [6]. Ada, Fransa egemenliği altına girdiği zaman ise Paoli İngiltere’ye sürgüne gönderilmiştir. Napolyon’un babası Carlo, Paoli gibi sürgünü tercih etmiş olsaydı Napolyon Britanya vatandaşı olacaktı [7].
Napolyon’un kabul edilen doğum tarihi ve yeri ise 15 Ağustos 1769 Ajaccio kasabasıdır (Napolyon doğduğu dönemde kasaba 20 yıllıktır). Chateaubriand, bu tarihin 5 Şubat 1768 olduğunu söyler, fakat kabul edilen tarihi reddetmez [8]. Ebeveynleri Carlo Bounaparte ve Maria Letizia Romalino’dur. Annesinin soyu 14. yüzyıla dayanan Lombardiya’ya dayanmaktadır [9]. Bazı batı kaynaklarında yer alan 5 Ocak 1768 olan tarih ise ağabeyi Joseph’in doğum tarihi olmuştur. Napolyon tam bir yıl arayla Fransa’nın vatandaşı olarak gözükmektedir. Napolyon, kendisini 20’li yaşlarına kadar Fransız olarak görmemiştir. Bunu Devrim’in başlangıç tarihi olan 1789 yılında yazdığı bir mektuptan öğrenmekteyiz:
“Ben vatan mahvolurken doğdum. Kıyılarımıza otuz bin Fransız saldırdı, hürriyet tahtını kan selleri ile içinde boğdular, gözlerimin ilk gördüğü şey, işte bu korkunç manzara oldu” [10]
Aynı tarihte Ulusal Meclis’in Korsikalılar’ı tanıması için kaleme aldığı mektubun başlangıcında ise şöyle der:
“Baylar, Fransızlar bize hükmetmeye zorbalıkla muvaffak oldular; fetihlerini gene zorbalıkla emniyet altına almak istediler” [11]