Doğuda Hazar Denizi’nden, batıda Tuna nehrine kadar uzanan, Altay bozkırlarının bir nevi devamı niteliğindeki Karadeniz’in kuzeyindeki bozkırlar tarih öncesi ve tarihi devirlerde birçok kültüre ve kavime ev sahipliği yaptı. Bu bozkırın Orta Çağ’da ki ev sahipleri ise hiç şüphesiz tarihin her devrinde kendini gösteren ve büyük siyasi teşekküller kuran Türklerin bir kolu olan Hazarlardır. Bugünkü Türk dünyası araştırmacılarına, tarihçilere göre 22.000 Türk boyu vardır. Böyle bir sayı oldukça büyük ve geniştir. Hazarlarda bu geniş tarihin önemli bir parçasını oluşturmaktadır. Hazarlar devlet teşkilatları, askeri organizasyonları, ticari yapıları ile büyük bir hâkimiyet alanına sahip oldular. Kuruluş döneminin ardından imparatorluk mertebesine hızlıca ulaştılar. VII.-XI. asırlar arasında Karadeniz’in kuzeyinde büyük bir siyasi oluşum haline geldiler. Nitekim dönemin büyük devletleri olan Bizans, Sasani, Çin ve Araplara denk bir güce ve kudrete sahip oldular. O kadar büyük bir devlet konuma geldiler ki Hazar Denizine ismini verdiler. Bu kavmi diğer Türk kavimlerinden ayıran önemli bir husus da din hususudur. Nitekim Hazarlar hüküm sürdükleri dönem sürecinde birçok din çevresinde yaşamıştır ve her dine saygı, hoşgörü çerçevesinde yaklaşmıştır. Din konusunun bu denli hoşgörü ile karşılaşması neredeyse hiçbir devlette görülmemiştir. Hazar Hakanı tarafından, tüm dinlerin propagandistleri için serbest bir çalışma alanı sunulmuştur.1 Hazarlarda din konusunun bu kadar merak uyandırmasının sebebi de budur. Birçok din ile yaşayan Hazarlar için aralarında Musevilik/Yahudilik önemli bir yere sahiptir. Hazarların resmi din olarak IX. yüzyılın içerisinde Museviliği seçtiğini biliyoruz. Bu din Hazarlarla o kadar özleşmiştir ki artık ‘Musevi Türkler’ olarak anılmışlardır. Bizde bu yönüyle biraz daha diğer Türk Devletlerinden ayrılan Hazarları bu yönden incelemeye gerek duyduk.
7.ve 10 yüzyıllar arasında hüküm süren Hazarlar dönemin güçlü devletlerinden olmayı başarmıştır. Hazarların menşei hakkında yazılı bir kaynak olmadığından, menşeleri hakkında birçok teori ortaya atılmıştır. Aslında kendilerinden ilk bahsedilen tarihe uzanınca bunların Sabar Türkleriyle bağlantıları oldukları görülüyor. Sabar isminin ardından birden ‘Hazar’ isminin ortaya çıkması bunu güçlendiren bir unsur olarak görülmektedir. Bu bağlantıyı güçlendiren başka bir unsur ise Sabar ve Hazar kelimelerinin aynı anlama gelmesidir. Nitekim iki kelimde de serbest dolaşan manasına gelir. Biz buna dayanarak bu halkın konargöçer yani göçebe yaşadıklarını çıkarabiliriz.
Başka bir görüşe göre Hazar kelimesinin anlamı küçük ve çekik gözlü anlamına gelir. İslam orduları VII. yüzyılda Ermenistan’a girince küçük ve çekik gözlü, güçlü bir milletle karşılaşıyorlar. Sahih hadis kitaplarında bulunmayan ve Ebu Hüreyre’nin Hz. Ömer’den rivayet ettiği bir Hadis-i Şerif’te Hz. Muhammed (s.a.v.) Hz. Ömer’in sorusuna cevaben, “küçük gözlü bir kavim eğer Acemlerin seddini geçerse Allah, onlara hidayet verecek” duyurdu.2 Hazar adının göçebe anlamına gelmesi, çekik gözlü küçük anlamından daha mantıklı gelecektir bizce. Çünkü Hazar kelimesi İslam orduları Ermenistan’a girmeden önce diğer kavimler tarafından kullanıyordu. Ayrıca çekik gözlü ve küçük olma, sadece Hazarlara has bir özellik değil, birçok Türk boyuna ait bir özelliktir. O yüzden bu tabiri Hazarlarla ilişkilendirmek yanlış olacaktır. Bu noktada birinci ihtimal yani göçebe anlamına gelmesi çok daha kuvvetli bir ihtimaldir.
Belencer ve Semender adlı iki Sabar kabilesinin, Hazarlarda da ortaya çıkması, Hazarların da Sabarların içinde bir kabile olduğu ve Sabarların yıkılışından sonra bu kavime kendi adını verdiği düşünülmektedir.3 Tabi ki de bunlar Hazar halkının büyük bir kısmını oluşturuyordu. Ancak Hazarların hüküm sürdüğü İdil, Kafkaslar, Don arası bölge gelişen büyük bir göç yolunu oluşturduğu ve önemli bir ticaret merkezi olduğu için Hunlar, Oğurlar, Fin-Ugorlar ve Avarlardan kalan ufak toplumlarda halkın içinde varlığını sürdürüyorlardı.4 Göç yolu ve ticaretin etkisiyle halkta her ne kadar birçok ırktan insanın bulunması toplumca sorunlar olabileceğini düşündürse de bir dönem yabancı tüccarların şehirde serbestçe dolaşmasına müsaade edilmiştir hatta bazıları buraya yerleşmiştir.
Hazarlarda çeşitli türlü Türk grupları vardı. Bu nedenle çeşitli Türk lehçeleri konuşulmakta idi. Bunlardan kısaca bahsetmek gerekirse; Z’li Doğu Türkçesi (Hun, Göktürk, Uygur) lehçesi yanında, R’li Batı Türkçesi (Ogur, Bulgar Lehçesi) yoğunlukla konuşuyorlardı. Bunun yanında nadiren de olsa Fin, Ugor, Macar lehçeleri de kullanılmaktaydı.5 Dilleri ile ilgili başka bir teori ise Bizans, Arap ve Yahudi kaynaklarında, LİR Türkçesi ailesine mensup olduğudur.6
Hazarların donanımlı bir devlet olarak ortaya çıkışları Göktürk Devleti’nin İdil boyunda hükmü bittiği zamanla eşdeğerdir.7 Hazarlar, Göktürk Devleti’nin batıdaki en uç kanadını oluşturmuşlardır.8 Göktürk Devleti’nin hâkimiyeti altında yaşayan Hazarlar neredeyse onların sözlerinden çıkmadan yaşıyorlardı. Lakin yabguları Aşina soyundan geliyordu.9 Bu da bağlı oldukları Göktürk Devleti adına önemli bir husustu. Göktürk Devleti için bu kadar önemli olan bu konu Hazarlar içinde büyük bir şans sayılabilir. Yabguları sayesinde Göktürk Devleti tarafından ne hor görülmüş ne de bir diretme uygulanmamıştır.
630 yılından itibaren Hazarlar, Doğu Avrupa’da önemli bir siyasi rol oynamaya başlamıştır. Bilhassa Bizans İmparatorluğu ile münasebetler önemli yer tutmuştur. Bizans imparatoru Heraklius, Sasaniler’e karşı mücadele ederken Göktürk Devleti’ne bağlı Hazarlardan yaklaşık 40.000 asker yardımı almıştır. Bu yardım sayesinde 622 – 627 yıllarında Sasanilere karşı zafer kazanabilmiştir.10 Bu zafer sonrasında Hazar – Bizans işbirliği sayesinde Anadolu Sasani egemenliğinden kurtulmuştu. Aynı zamanda Hazar Yabgusu o sırada birçok ermeni kütlesini hâkimiyeti altına almıştı(629). Bu kadar etkin ve güçlü bir topluluk olmasına rağmen bu vakitlerde Hazarlar henüz bağımsızlığını kazanmış bir topluluk olamamıştı ve devlet mertebesine ulaşamamışlardı. Göktürk Devleti’nin (Batı kanadı) Çin hâkimiyetine boyun eğmiş ve fetret devrine girmişti. 630’da başının belası olan bu ezeli düşmanlarına karşı boyun eğdiler. Her Türk boyu gibi kendi topraklarını kendi hâkim olma isteği mevcut olan Hazarlar ise bu açığı iyi kullanarak müstakil bir devlet konumuna geldiler. Tabi ki çeşitli ekonomik, siyasi ve askeri gücü yeterli konuma getirmişlerdi. 630 yılını, Hazarların bağımsızlığını ilan ettiği, Batı Göktürk’ün ise Çin baskısına boyun eğdiği tarih olarak kabul edebiliriz.
Hazarlar bağımsızlığını ilan ettikten sonra Karadeniz’in kuzeyi, Kafkasların Karadeniz sahilleri, Kuban mansabı11 ve Kırım, Hazarların eline geçmiş bulunmaktaydı. Bu bölgelerde ki Bizans etkinliğinden ötürü Hazar-Bizans münasebeti büsbütün sıkılaşmıştı. Hazarlar kurulur kurulmaz Sasani – Bizans savaşında etkin bir rol oynamışlardı. Hazar-Bizans ortak hareket neticesinde Sasani zayıfladı. Ardından İslam ordularının etkisiyle Sasani İmparatorluğu tarih sahnesinden silindi.12 Bu yakınlaşma birlikteliğinde iki devlet arasında evlenme yoluyla akrabalıklar oluşmaya başladı. Bizans İmparatoru Justinianus I ve Konstantinos Hazar prensesleriyle evlendiler. Konstantinos’un Hazar prensesi Çiçek’ten doğma oğlu İmparator Leon IV tarihte Hazar Leon olarak tanınmıştı.13 Bizans İmparatorluğu kendi iç ve dış problemlerinde Hazarların yardımına birçok kez başvurmuştur.
Hazarların hükümdarına Hakan veya Kağan denir. Gezinti için ancak dört ayda bir dışarı çıkar. Buna Büyük Hakan, vekiline ise Hakan Beh derler. Orduyu kumanda ve sevk eden, memleketin işlerini yürüten, halk arasına çıkan ve savaşa giden Hakan Beh’dir. Çevredeki hükümdarlar bağlılıklarını ona arz ederler. Her gün mütevazı, sakin ve mahcup, yalın ayak bir vaziyette, elinde bir sopa ile Büyük Hakan’ın huzuruna çıkar. İçeri girip selam verince önünde bu sopayı yakar. Bunu yaktıktan sonra hakanın sağına tahtın üzerine oturur. Hakan Beh’e de K-nd-r [Kündür] Hakan denen biri vekâlet eder. K-nd-r Hakan’a da Cavşigir denen bir adam vekâlet eder. Hakanların hükümdarlık süresi en fazla kırk yıldır. Hüküm darlığı bu müddeti bir gün dahi aşarsa tebaası ve komutanları onu öldürürler. “Bu bunadı ve beyni sulandı” derler. 14
Giderek büyüyen Hazar Hakanlığı ilerleyen yıllarda Doğu Avrupa’da hatırı sayılır bir güce sahip olmuştu. Hazarlar genişlerken Kama ve İdil boyundaki birçok kavmi, İdil Bulgarları ve çeşitli Fin-Ugor kavimleri, Burtas’lar, İslav kütleleri ve Kuban sahasında ki kütleleri de kendine tabii etti. Bu kütleler ve boyları Hazar Hakanı belirli sınıflara ayırıp ona göre vergi alırdı.15 Bu sırada Karadeniz’in Kuzeyinde başka bir Türk devleti olan ‘Büyük Bulgar Türk Devleti’ kurulmuştu. Hazarlar 641 yılında akınlarıyla göçe zorladığı Bulgarlar,
655 yılından sonra ise yıkılmışlardı.16 Aslında bakıldığında her iki devlette aynı etnik yapıdaydılar yani Türk’tüler. Yani her ikisi de Türk İmparatorluğunun bakiyeleri, varisleriydi ve her ikisinin de başında Türk hanedanı bulunuyordu. Lakin Hazarlar kendilerini yok olan Batı Göktürk’ün varisi olarak görüyorlardı. Etnik yapıları Bulgarları dokunulmaz kılmadı. Büyük Bulgarya denilen bu devletin içinde çeşitli kabileler bulunuyordu. Hazarların ilk işi bu kabilelerini kendine bağlamak oldu, böylece hem kaleyi içten fethetmiş olacak hem de kuvvetini artırıp ayakta kalmak daha kaçınılmaz olacaktı. Elbette Hazarların Bulgarları alt etmesi kolay olmadı. Özellikle Bulgarların sayısı Hazarlardan fazla idi. Burada Hazarların yönetim kadrosunun büyük bir yetenekte olduğu kanısına varabiliriz. Çünkü önceden de bahsettiğimiz gibi Hazarların başında Aşina soyundan gelen bir hükümdar vardı. Bu hükümdar Hazarlar müstakil bir devlet konumuna geçince oda Kağan unvanı alıp devletin başına geçmişti. Tabi ki bu askeri dehanın yanında birçok da savaştan anlayan Göktürk zamanında bu işlerle uğraşan bir topluluk vardı.17
Büyük Bulgarya Devleti’ni yıkan Hazarlar Dnyeper’e kadar uzanan büyük düzlükleri ele geçirmiş ve Hazar Hakanlığı Güney Kafkaslara kadar genişlemişti. Bu da İslam ileri harekâtının yollarının kapanması demekti.18 İslam orduları 640’ da Kafkaslarda görünmeye başladılar. Buradaki Ermeni ve Gürcüler gibi Hristiyan topluluklar Bizans’ın baskısından yakındıklarından, Arap İslam Egemenliğini iyi karşılarlar. Araplar, Gürcü ve Ermeni topluluklara iyi davranır, dinlerine karışmaz ve az vergi toplarlardı. Nitekim daha sonra da bu kavimler İslam koruyuculuğu yapacaktı.19
İslam ordusu 642 ile 652 yılları arasında defalarca Derbend’den geçerek Hazar topraklarında ilerlediler. Balanjar (Belencer) adındaki en yakın kenti alıp Avrupa topraklarında bir üs edinmeye çalıştılar. Ama Hazarlar onları her seferlerinde geri püskürttü. Sonunda en büyük savaş 652 yılında meydana geldi. Her iki tarafta mancınık kullandı. Dört bin Arap hayatını kaybetti. Yaşamını yitirenler arasında komutanları Abdül Rahman İbn-Rabiya da bulunuyordu.20 Bundan sonra uzun bir süre Hazarlara yönelik bir saldırıda bulunulmadı. Kimi Arap kaynaklarında bu sürenin kırk yıl olduğu söylenmektedir. Bundan sonra Araplar saldırılarını Bizans İmparatorluğu’na yönelttiler ve birkaç kez Constantinopolis’i karadan ve denizden kuşattılar. Bu arada Hazarlarda Bulgarlar ile Macarları tamamen biat ettirmişti. Batıda Kırım ve Ukrayna’ya kadar ilerlemişlerdi. Savaşlar artık fetih savaşlarına dönmüştü. Eskiden yağmalanıp bırakılan yerler artık topraklarına katılıyor ve halk vergiye bağlanıyordu. Artık Hazar Devleti Araplara saldırı yapacak güce gelmişlerdi.
722 – 737 yıllarında Hazarların atlıları ya Dariel Geçidi’nden ya da Derbend Kapısı’ndan Halifenin topraklarına saldırırlar, bir süre sonra da Arap karşı saldırısı başlar, aynı yollardan Volga’ya doğru uzanır ve geri çekilirler. Bu on beş yıllık savaşlar sırasında Hazarlar, Gürcistan ve Ermenistan’ı silip geçmiş, 730 yılında Arap ordularını Ardabil’de büyük ve kesin bir yenilgiye uğratmışlardır. Bu hareketle birlikte İslam ordusunun merkezi Şam’a kaymıştır. Bu kadar iyi ilerleyen Hazarları halife yeni bir ordu görevlendirerek her şeyi tersine çevirir. Hazarlar ise geri çekilirler. Bu sırada Araplar Hazar ülkesine girerek Semender, Belencer ve daha kuzeydeki bir şehri alırlar. Lakin yine sağlam bir üs edinemezler.21 Son Arap saldırısı daha sonra halife olacak II. Marvan komutasında gerçekleşmiş ve Arapların zaferiyle sonuçlanmıştır. Marvan ilk önce barış elçileri göndermiş ama ardından şaşırtıcı bir şekilde iki geçitten de saldırıya geçmiştir. Hazar ordusu Volga’ya kadar çekilmiştir. Marvan Hazar Kağan’ından Müslümanlığa geçmesini istemiştir. Kağan da bunu kabul etmiştir ama bu sadece lafta bir geçiş olduğu görülüyor çünkü ne Arap kaynaklarında ne de Bizans kaynaklarında böyle bir şeyden bahsedilmemiştir. Sonuçlardan memnun olan Marvan orada ne bir ordu ne bir yönetim kadrosu bırakmadan Kafkaslardan çekilmiştir. Marvan’ın bir süre sonra da güneydeki birtakım kabilelerin ayaklanmasını bastırmak için Hazarlardan yardım istediği bilinmektedir.22
Bu yalandan din kabul etme olayında Hazar Kağanı’nın taktiksel zekâsını görüyoruz. Çünkü Hazar Hakanı Arap hâkimiyetini ve İslam’ı kabul ederek, Marvan’ı oradan uzaklaştıracağını biliyordu. Marvan da buradan ayrılmadan evvel İslam’ı öğretmek adına iki memur bırakmıştır.23 Bu olaylardan sonra Arap kaynaklarında artık Hazarların hücumlarından bahsedilmiyor. Böylece Güney Kafkasya’da ki Arap – Hazar mücadelesi sona ermiş oldu. Araplar bahsettiğimiz gibi üstün gelmiş, Derbend geçidini ellerinde tutmuş Azerbaycan ve Ermenistan’daki Arap hâkimiyetini korumuşlardı. Böylelikle mücadeleyi kaybeden Hazarlar, İdil merkezli gelişmiş ve Karadeniz’in kuzeyi istikametinde yayılmışlardır.24 Hazarların dönemin güçlü ordularından olan İslam ordularına bu denli yüksek bir direniş gösterdiğini görüyoruz. Buda Hazarların gerçekten güçlü bir oluşumda olduğunu bize gösteriyor. Zira kaynaklarında bize gösterdiği Hazarların dönemin güçlü ordularına mutabık olduğudur.
Rus dağlarına ilerleyen Hazarlar, burada kendilerini örnek alan bir kitle ile karşılaştılar. Fin ve İslav oluşan bu toplumun ormanlarında kıymetli kürk hayvanları, orman ve bozkır sınırı bölgesince uzanan arıları ve denizcilikle uğraşan ufak bir kitleydi. Bu kitle ticaretle ünlü idi. Daha önceden çeşitli kavimleri hâkimiyetine alan Hazarlar bu kavimi de hâkimiyeti altına aldılar.25
Hazarların birçok kavmi kendine tabii ettiğini biliyoruz. Bunlar arasında Macarlarda vardı. Macarlar aslında Fin Ugor menşeli olup VII. ve VIII. Yüzyıllarda Urallardan ayrılarak, İdil boyuna inmişler burada fazla barınamayan Macarlar, sonralarda Doneç çevresine yerleşmişlerdir. Hazarlara yakınlaşan Macarlar, Hazarların idaresine girmişlerdir. Hazar toplumuna bayağı karıştılar. Bu sıralarda Hazarlar adına Doğu’dan Peçenekler gibi bir tehlike belirince, Hazarlar Macarları kendi içlerinde seçtikleri beyleri tarafından teşkilatlandırmıştır. Macarların teşkilatlanmasından bir sonuç çıkmamış ve sonunda yerlerini, yurtlarını bırakarak Batıya göçe zorlanmışlardır.26
Birinci yüzyıl ortalarına kadar, Hazar Hakanlığı Doğu Avrupa’nın en kudretli devleti olma özelliğini sürdürdü. Fakat iç düzenin bozulması ve dış tehlikelerin artması devletin gücünü yavaş yavaş azaltmıştır. Hazar Hakanlığı birçok yönde Gök-Türk Devleti’nin teşkilatına ve o güçte askeri teşkilata da sahip olduğu halde, zamanla bu askeri teşkilat gevşedi. Yani asker millet olmaktan çıktılar.27 Hazar Devleti’nin ordusunda bulunan on ila on iki bin kadar paralı asker devletinin sonunu getiren en önemli husustu. Çünkü bu paralı askerlerin çoğunluğu Müslüman Harezmli askerlerden oluşuyordu. Devletin en önemli özelliği olan ticari faaliyetlerin, Rus – Slav kabilelerin ticaret yollarını istila etmesinden dolayı zayıflaması, Hazarların da ekonomisinin kötüye gitmesine sebep olmuştu. Kötüye giden ekonomi haliyle orduyu da etkilemiş ücretli askerlerin maaşlarını alamamasına sebep olmuştu. Doğudan Peçenek’ler saldırmakta, kuzeyde ise Ruslar kuvvetlenmekteydi. Bu dış saldırılar devletin iyice dibe çökmesine sebep olmuştu.28 Ardından Kuman – Kıpçaklar, Hazarların Harezm ve Türkistan coğrafyası ile ilişkisin kesti ve en büyük kaynağı coğrafya olan bu devleti kötüye sürükledi. Hazar Hakanlığı bir asır boyunca ayakta kalabildi. Kuman – Kıpçaklarında baskısıyla Hazarlar XI. Yüzyıl içerisinde kaybolup gittiler. Bugün Avrupa’da ki Yahudi dinine mensup olan Karaim Türklerinin ve Karaçay Türklerinin, Hazarların varisi oldukları düşünülmektedir. 29
Hazar Hakanlığı çeşitli bir etnik yapıya sahipti. Bilindiği üzere Hazarlar birçok kavmi idaresi altına almıştı. Ardından hayatları ticaret olmuş bu devlet, haliyle birçok dışardan gelen insanla daha çeşitli bir etnik yapıya ulaşmıştı. Toplumunda bu kadar farklı ırktan insanı barındıran bir devletin aynı anda birçok dini bir arada yaşaması kadar normal bir durum yoktur.
Hazarlar aslında çoğu Türk kavmi gibi ‘Türk dini’ denilen, Gök Tanrı inancına inanıyorlardı. Bakacak olursak Hazarlar ilk başlarda atalarının bu mirasını koruyorlardı. Ama Hazar Hakanının ticarette gösterdiği rahatlığı din meselesinde de göstermişti. Yüksek zümre Yahudilik (Musevilik) mensubuyken, tüccarlar Müslümanlık, halkın belirli bir kısmı ise Ortodoks’tu. Arap kaynaklarına göre camii, kilise ve sinagoglar yan yanaydı.30 Hazar Hakanının bu rahatlığı aslında bakılırsa zaman zaman iktidar mücadelesi, ülkenin bel kemiğini oluşturan ticareti zayıflatmama adına elinde tuttuğu bir kozdu.
VII. yüzyılın başlarında dünya iki büyük gücün elin de kutuplaşmıştı. Bir yanda Hristiyanlık, öte yanda da Müslümanlık vardı. Her iki grubun ideolojik doktrinleri, kuvvet politikası ilkelerine göre işliyor, ikna ve fetih yollarıyla inançların yayılmasına çalışılıyordu. Hazar İmparatorluğu bu dönemde çok güçlü bir devletti ve resmen dünyadaki üçüncü süper güç konumundaydı.31 Hazar İmparatorluğu daha önceden bu iki güçle de başa çıkabileceğini göstermişti zaten, lakin Hazar İmparatorluğu kendi bağımsızlığını sürdürmek istiyorsa bu iki güce de yakınlaşmamalıydı. Çünkü bu inançlardan herhangi birini tercih etmesi durumunda ya Doğu Roma İmparatorluğu’nun ya da Bağdat Halife’sinin hâkimiyeti altına girmesi kaçınılmazdı. Gök Tanrı inancını da sürdürmek istemiyorlardı çünkü Kağan’a göre bu din barbarca ve çağın dışında bir din gibi görülüyordu. Hazarlar kendi ayakları üzerinde durmayı istiyordu ve üçüncü süper güç konumunda kalmaya kararlıydı. Diğer başka bir din olan Yahudiliği seçmek kadar dehaca bir fikir düşünülemezdi.
Hazarların Museviliği kabul etmesiyle ilgili diğer önemli İbrani kaynak “Hazar Yazışması” diye bilinen mektuplardır. Bu mektuplar İspanya’da Kurtuba Halifesinin veziri olan şahıs ile Hazar Kralı Jozef (Yusuf) arasında gidip gelen mektuplardır. Bu mektuplaşma 954 yılından sonra ve 961 yılından önce yer alır. Endülüslü Yahudi vezir Hazarlar arasında Museviliğin nasıl zuhur ettiğini Jozef’den sorar, o da bu olayı uzun uzun hikâye eder. Jozef’in hikâyesine göre Hazar hakanı Bulan’a rüyasında bir melek görünür ve ona tek gerçek Tanrıya tapmasını emreder. Karşılığında Bulan’ın soyunu tanrının kutsayacağını, çoğaltacağını ve krallığını dünyanın sonuna kadar sürdüreceğini söyler. Mektuba göre Hakan Bulan’a rüyasındaki melek birkaç kez görünür. Sonuçta Bulan tek tanrılı dinlerden birine bağlanmaya karar verir ve üç dinden de bir elçi çağırır:
Bu teoriye göre Hazar Kağanı ilk başta Hristiyanlığı seçmişti. Ama bu dinin yanlışlarını görmüş, pişman olmuştu Her dinden bir elçi çağırttırma kararı aldı.32 Bir Bizans(Hristiyan), bir Arap(Müslüman) elçi yola çıktı. İlk Bizans elçisi Hakanın huzuruna varır. Hakanın yanında tartışma yeteneği çok yüksek birde Yahudi varmış, Yahudi, gelen Bizans elçisine Yahudilik hakkında ne düşündüğünü sormuş. Bizans elçisi ‘Musa bir peygamberdir ve Tevrat’ta yazılanlar doğrudur’ karşılığını vermiş. Yahudi, Kağana dönüp demiş ki ‘Bakın daha şimdiden benim inancımın doğru olduğunu söyledi, şimdi de ona neye inandığını sorun’, Bizans elçisi ‘benim kurtarıcım Meryem’in oğlu İsa peygamberdir, bize Tanrının sesini yansıtan odur’ demiş. Yahudi ise ‘onun söyledikleri benim bilmediğim şeyler, o ise benim dediklerimi kabul ediyor’ demiş. Yahudi elçinin uyanıklığımı yoksa ikna kabiliyeti mi desek Kağanı ikna eder ve Bizans elçisi davayı yitirir. Müslümanlar ise çok okumuş, akıllı, iyi tartışan bir elçi gönderirler.33 Ama Kağana yakın olan Yahudi, birine para vererek onu Hazar Kağanlığına varmak üzereyken öldürerek zehirletir. Böylece Yahudi, Kağanı inandırmayı başarır ve Kağan Yahudi dinini kabul eder.34
İngiliz tarihçisi Bury, eşine rastlayamadığı olarak gördüğü bu olayı şöyle açıklıyor: ‘Kağanlarının Yahudi dinini kabul etmekteki amacının siyasal olduğuna hiç kuşku yoktur. İslam dinini seçmek, Halife’nin buyruklarına boyun eğmek demekti. Zaten Halife uzun zamandan beri Hazarları kendi dinine çekmeye zorluyordu. Hristiyanlıkta ise, Bizans kilisesine bağlı olacaklarını biliyorlardı. Oysa Yahudi dini de saygın bir dindi, öteki dinlerde bu dinin varlığını kabul ediyordu. Kitaplarında saygıyla bahsediliyordu. Bu dini seçmek Hazarları hem putperest ve barbarlık düzeyinden kurtarıp yüceltiyor hem de Bizans İmparatorunun ve Halife’nin baskısından kurtarıyordu.’35 Macar tarihçisi Dr. Anthal ise şu görüşü paylaşıyor: ‘Yöneticiler düzeyinde kişilerin seçtiği resmi din Yahudilikti. Irk olarak Yahudilikle alakası olmayan bir toplumun bu dini seçmesi üzerine birçok ilginç teori atılabilir. Biz burada resmen yapılan bu din değişimi konusunun gerekçesine eğilirken, Hristiyanlığı kabul ettirmeye çalışan Bizans İmparatorluğu baskısı ve doğudan enjekte edilmeye çalışılan Müslümanlığa karşı, bu iki siyasal baskıdan kurtulmak adına atılmış bir adım diyerek yetinebiliriz. İki siyasal güç tarafından da desteklenmeyen, aksine herkesin zulmetmeye kalkıştığı bu dinin kabul edilmesi, Hazarlarla ilgilenen tarihçileri şaşırtmakla birlikte, yine de rastlantı olarak kabul edilemez. Bunu yalnızca bu krallığın uyguladığı bağımsız politikanın bir belirtisi olarak nitelendirmek mümkündür.’36
Burada yine Kağanın siyasi olarak bir hareket yaptığını görüyoruz. Tabi ki de bir din öyle bir gece de, gerekliliklerini bilmeden körü körüne seçilemezdi. Hazarlar tarihi boyunca Yahudiler ile temas halindeydi. Bu Yahudiler, Bizans ülkesinde vaftiz olma mecburiyeti getirilen ve Abbasiler den kovulan şiddetli bir biçimde şiddet gören Yahudilerdi. Bunlar bu ülkelerden kovulmuştu çoğu Kafkaslara, Hazarlara sığınmıştı.37 Hazarlar çeşitli etnik yapısıyla o zamanlar göçmenler için cazibe merkezi gözüyle bakılıyordu.
Böylece Yahudiler Hazar bölgesinde yerleşmiş oldular. Yahudilerin asıl mesleği ticaret ve murahabacılık idi. Yahudiler Hazar Hakanlığında büyük servet elde ettiler. Türklerde adet olarak çok evlilik devam edip güzel Yahudi kızlarla evleniyorlardı. Yahudi kızlar ister istemez Hazar sarayına da giriyordu. Yahudi kızlardan doğan çocuklar da hakan olurlardı. Bunlar aynı zamanda Yahudi cemaatine de anne tarafından bağlıydılar. Yahudi sülalenin devamı anne tarafından giderdi. Çocuklar Tora ve Talmud öğreniyorlardı. Anne tarafındaki akrabalık bağlarından kopmuyorlardı. Ve onların tavsiyesiyle evleniyorlardı.38
Baktığımız zaman bu din değişikliği Kağan ve zümresi etrafında kabul olmuştur. Bu da Hazarlarda Yahudiliğin yüksek zümre dini olarak kabul gördüğü anlamına gelir. Din değiştirme tabi ki ülkede bir takım yeniliklere sebep oldu. Yani din değiştirme, gerçekte kurnaz bir siyasal manevra olarak, çıkarcı amaçlarla yapılmış olmakla birlikte, peşinden hiç akla gelmeyen, birtakım kültürel gelişmeleri de beraberinde getirmiş oldu. İbranî alfabesi bunların yalnızca ilk basamağıdır. Üç yüz yıl sonra Hazar İmparatorluğu çökmeye başlayınca, ortaya sık sık Siyonist kurtarıcılar çıkar olmuş, örneğin David El-Roi gibi (Disrael’in bir romanının da kahramanı) düzmece peygamberler, Kudüs’ü yeniden almak amacıyla Don Kişotvari seferlere kalkışmışlardır.39
Hazar Hakanın Musevliği kabul edişi ile Harun Reşid’in halifeliği aynı zamana rastlıyor. Bilindiği üzere Musevilik Hakan ve zümresi tarafından kabul görmüştü. Halkın ise Hristiyan, Müslüman ve Yahudilerden oluştuğunu da biliyoruz. Müslüman tüccarlar Hakandan himaye gördü ve başkent Etil ve diğer şehirlerde gerek Müslüman gerek Hristiyan camiaları, Yahudilik dinine göre çoğunluk gösteriyordu. 10. asırda burada on binden fazla Müslümanın 30 camii ve bir Ulu camii vardı. 40 Şu enteresan geliyor görüldüğü üzere Kağanın Yahudi olmasına rağmen, Hazar Kağanlığında yedi adet baş kadı bulunuyordu, bunlardan ikisi Müslümanların, ikisi Hristiyanların biri Sakaliba (Slavlar ve Cermenler) ile Rusların ve kitabı olmayan diğer milletlerin işini görürdü.41
Hâkimiyeti Yahudi olan bir devlet için bu enteresan geliyor ama şöyle bir izahı olabilir. Müslümanların daha adil olduğu düşünülebilir çünkü baktığımız zaman Müslüman kadılar daha neredeyse tüm ahalinin davalarına bakıyorlardı. İbn-i Fazlan ise Hazar şehirlerini anlatırken şöyle diyor: ‘ Bu şehirde, Müslümanların bir namaz kıldıkları bir camii bulunmaktadır. Bu caminin yüksek minaresi ve birden çok müezzini bulunmaktaydı. Hazar Hakanı Hicri 310 (922-923) senesinde Müslümanların Dar el-Babünec’de bir havrayı yıktıklarını duyunca bu camiinin müezzinlerinin öldürülmelerini emretti ve İslam ülkelerinde ki bütün havraların yıktırılmasından korktuğundan camiyi yıktırmamıştır.’42 İbn Fazlan’ın dediklerine göre 30 camii ile 10 bin Müslüman zamanları 943 ila 949 yıllarında olabilir. Çünkü İbn Fazlan belirttiği tarih 922-923 yıllarına tekabül etmektedir.
Mes’udiye göre, Hazar ülkelerinde yaşayan Müslümanlara “Erissiye” diyorlardı. Aslında Hazarlarda, Erissiye Harezm’den gelen Müslüman askerler için kullanılan bir ünvandı. Hazar ülkesinde Erissiye dışında Müslüman tüccarlar ve zanaatkârları da gelmişlerdi. Bunlar oraya hakanın adaleti ve eminliği dolayısıyla gitmişlerdi. Hazarya’daki Müslümanların Cuma mescidi ve bu mescidin hükümdarın sarayına bakan minaresi vardı. Müslüman çocuklarının kur’an okudukları okullar bulunan mescitleri de vardı.43
Bu devlette ki tüccarların çoğunluğunun Müslüman oluşu ve Harzemşahlar’dan alınan paralı askerlerin bu ülkedeki Müslüman nüfusun çoğunluğunu oluşturduğunu belirtebiliriz. Bildiğimiz gibi Hazar Kağanın hoşgörüsü ile birçok din vardı. Hristiyanlıkta bunlardan biriydi. Hristiyanlığın Bizans ile olan ilişkilerden sonra ve ülkede bulunan Rus ve Slav kabilelerinden yayıldığı düşünülmektedir. Zaten Hristiyan nüfusun çoğunluğunu bu topluluklar oluşturuyordu. Ayrıca Kağanın da ufakta olsa Hristiyanlığı seçtiğini belirtmiştik. Rus ve Slav kabilelerini biat etmeleri, baş kadı mevzusu ve kilise kalıntılarından başka bununla ilgili kanıt göremiyoruz.
Bazı kaynaklara göre Hazar Kağanın bu hoşgörüsü devleti yıkmaya sürüklemiş olsa da Hazar Kağanı devletini siyasi olarak güçlendirmek adına dini elinde önemli bir koz olarak tuttu. Ticaret ile içli dışlı olan bu kağanlık, ticaret unsurunu da bu hoşgörü ile ayakta tutarak yıkılma sürecine girene kadar bu alanda iyi bir devlet oldu. Kültür, yaşam, dil vb. unsurları ele aldığımızda Türk olduklarından herhangi bir şüphe duymadığımız Hazarlar din konusunda diğer Türk devletlerinden farklı olarak bir yol izlemiş ve tarihte ki ilk Yahudi Türk topluluğu olmuştur.
Hazarlar kültür ve adetleri ile tam bir Türk devletidir. Hazar ülkesi X. yüzyıla kadar siyasi, askeri ve ekonomi bakımından son derece güçlü idi. Bu ülke rahatlıkla diğer ülkelerle baş edebilecek güce sahipti. Bu güç ve kudretini yüzyıllar boyu sürdürmesi, zaman-zaman da hasımlarına karşı ciddi bir üstünlük kurmayı başardı.
Hazarları diğer Türk boylarından ayıran unsur, Yahudi nüfusa sahip olmaları ve bu nüfusun etkisiyle Musevilik dinini benimsemeleridir. Din unsuru Hazarlar araştırma adına birçok araştırmacı için ilgi odağı olmuştur. O dönemlerde Türk devletlerinin genelinin Gök Tanrı inancına inandıklarını görüyoruz. Müslümanlık ve Hristiyanlık da görülüyor lakin Yahudilik o zaman için bu alanda bir ilk anlamına geliyor. Yahudilik Hazarlara kadar hiçbir Türk kavminde görülmemekle beraber Hazarlardan sonra da eşi benzerine rastlanmamıştır. Bu konuda Hazar tek Yahudi Türk topluğudur.
Bu özelliklerinin sebebi Hazar Kağanının din konusunda rahat ve hoşgörü olması sayılmakla birlikte Hazar Kağanı din mevzusunu siyasi bir koz olarak elinde tutmasıdır. Makalede bahsettiğimiz gibi Hazar Devletinde birçok din aynı anda yaşanmıştır. Toplumda çeşitli birçok etnik köken bulunmaktaydı. Bunu da ülkenin ekonomisini oluşturan ticarete bağlayabiliriz. Kağan ticaret konusunda başka devletlerin tüccarlarına giriş izni vermiş ve ülkede ticaretin sürekli canlı olmasını sağlamıştır. Bizde bu makalemizde Hazar Kağanlığının siyasi hayatı, siyasi olarak bu dini nasıl kullandığı ve Museviliğin Hazarlar adına önemini değerlendirdik. Bu konuyu değerlendirmek biraz zor oldu çünkü İslam öncesi Türk devletlerinin hepsinde görülen kaynak sıkıntısı ile karşılaştık. Bu kaynak konusunu çeşitli makaleler ve kitaplarla karşılamaya çalıştık.
Aslında Hazarların sanılanın aksine çok daha büyük bir devlet olduğunu gördük. Burada Göktürk Devletinin veliahtları olma konusu etkili olmuştur. Siyasi olarak oldukça etkili stratejik kararlar verilmiştir. Buda Hazarların birçok kavmi kendine biat ettirerek genişleyen ve döneminin en güçlü devletlerinden biri olmuştur. Bazı kaynaklar Hazarların sonunu bahsettiğimiz hoşgörünün getirdiğini öne sürmektedir. Bize göre bu hoşgörü, Hazarların döneminin hatırı sayılır bir devlet olma konusuna getirmiştir. Ticarette onlara büyük bir avantaj sağlamıştır. Yaklaşık bir asır tarih sahnesine misafir olan Hazarlar dinleri, ticaretleri ve hoşgörüsüyle dikkatleri üzerine çekmiş ve araştırmaya açık bir konu olmuştur.
Yazar: Birkay Köse
[1] Nazım Tektaş, Tanrı’nın Askerleri 3, İstanbul 2007, s. 255.
[2] Şaban Kuzgun, Hazar ve Karay Türkleri, Ankara 1985, s. 14.
[3] Ahmet Taşağıl, Kök Tengri’nin Çocukları, İstanbul 2014, s. 274.
[4] Nurer Uğurlu, Türk Kavimleri, İstanbul 2012, s. 160.
[5] İbrahim Kafesoğlu, Türk Milli Kültür, İstanbul 2013, s. 161.
[6] Zeki V. Togan, “Hazarlar”, İslam Ansiklopedisi, c. V/1, İstanbul 1977, s.397.
[7] Akdes Nimet Kurat, – XVII. Yüzyıllarda Karadeniz Kuzeyindeki Türk Kavimleri ve Devletleri, Ankara 1972, s.30.
[8] Kafesoğlu, a.g.e. , s. 162.
[9] Tektaş, a.g.e, s.222.
[10] Kurat, a.g.e, s. 32
[11] Mansap: Akarsuların denize açıldığı bölgelerde akarsu etkisinde su üzerinde yetişen bitkilere elverişli alan.
[12] Kurat, a.g.e, s. 32.
[13] Taşağıl, a.g.e, s. 275.
[14] M. Dunlop, Yahudi Hazar Tarihi, İstanbul 2008, s. 73.
[15] Kurat, a.g.e, s. 32.
[16] Mualla Uydu Yücel, ‘’ Hazar Hakanlığı ’’, Türk Ansiklopedisi, c. II, Ankara 2002, s. 445. 17Tektaş, a.g.e, s. 226.
[17] Kafesoğlu, a.g.e, s. 163.
[18] Doğan Avcıoğlu, Türklerin Tarihi, İstanbul 1978, s. 852.
[19] Arthur Koestler, Kabile, İstanbul, 2007, s. 20.
[20] Koestler, a.g.e. , s. 22.
[21] Koestler, a.g.e. , s. 24.
[22] Togan, a.g.m, s.399.
[23] Kurat, a.g.e, s. 40.
[24]Hasan Kocarık, ‘’Hazarlarda Devlet Yönetimi’’, Kilis Üniversitesi 7 Aralık Sosyal Bilimler Enstitüsü, Yayınlanmamış Yüksek Lisans Tezi, 2013, s. 26.
[25] Kurat, g.e, s. 41.
[26] Taşağıl, a.g.e, s. 278.
[27] Lâszlö Rasonyi, Tarihte Türklük, Ankara 1993, s. 117.
[28] Kurat, a.g.e, s. 43.
[29] Taşağıl, a.g.e, s. 279.
[30] Koestler, a.g.e. , s. 61.
[31] Osman Karatay, “Hazarlar’ın Musevileşmesine Dair Bir Belge: Kenize Mektubu”, Karadeniz Araştırmaları, Sayı: 18, Yaz 2008, s. 6.
[32] Avcıoğlu, a.g.e, s. 874.
[33] Avcıoğlu, a.g.e, s. 874.
[34] Avcıoğlu, g.e, s. 881.
[35] Avcıoğlu, g.e, s. 882.
[36] Kurat, g.e, s. 36.
[37] Murad Eldarov, ‘İslamiyet’in Hazarlar Arasında Yayılması’, Erciyes Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, Yayınlanmamış Yüksek Lisans Tezi, 2006, s. 30.
[38] Koestler, g.e. , s. 66. 40Tektaş, a.g.e. , s. 259.
[39] Omeljan Pristak, “Hazar Kağanlığının Museviliğe Geçişi”, Karadeniz Araştırmaları, Sayı: 13, Bahar 2007, s.20.
[40] Tektaş, a.g.e. , s. 259.
[41] Mes’udi, “Muruc el-Zeheb”, İstanbul 2004, s.47.
Avcıoğlu, Doğan, Türklerin Tarihi, İstanbul 1978.
Dunlop Douglas Morton, Yahudi Hazar Tarihi, İstanbul 2008.
Eldarov, Murad, ‘İslamiyet’in Hazarlar Arasında Yayılması’, Erciyes Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Yayınlanmamış Yüksek Lisans Tezi, 2006.
Kafesoğlu, İbrahim, Türk Milli Kültür, İstanbul 2013.
Karatay, Osman, “Hazarlar’ın Musevileşmesine Dair Bir Belge: Kenize Mektubu”,
Karadeniz Araştırmaları, Sayı: 18, Yaz 2008, s.1-17.
Kurat, Akdes Nimet, IV. – XVII. Yüzyıllarda Karadeniz Kuzeyindeki Türk Kavimleri ve Devletleri, Ankara 1972.
Kuzgun, Şaban, Hazar ve Karay Türkleri, Ankara 1985.
Kocarık, Hasan, ‘’Hazarlarda Devlet Yönetimi’’, Kilis Üniversitesi 7 Aralık Sosyal Bilimler Enstitüsü Yayınlanmamış Yüksek Lisans Tezi, 2013.
Koestler, Arthur, 13. Kabile, İstanbul, 2007
Mes’udi, “Muruc el-Zeheb”, İstanbul 2004.
Omeljan, Pristak, “Hazar Kağanlığının Museviliğe Geçişi”, Karadeniz Araştırmaları, Sayı: 13, Bahar 2007, s. 15-34.
Rasonyi, Lâszlö, Tarihte Türklük, Ankara 1993.
Taşağıl, Ahmet, Kök Tengri’nin Çocukları, İstanbul 2014.
Tektaş, Nazım, Tanrı’nın Askerleri 3, İstanbul 2007.
Togan, Zeki V., “Hazarlar”, İslam Ansiklopedisi, c. V/1, İstanbul 1977.
Uğurlu, Nurer, Türk Kavimleri, İstanbul 2012.
Yücel, Mualla Uydu, ‘’ Hazar Hakanlığı ’’, Türk Ansiklopedisi, c. II, Ankara 2002.