20. yüzyıl,dünya tarihi için en büyük dönemeçlerin ve kanlı olayların yaşandığı tarihti. Bu kanlı olaylar, Mark Mazower’ın “Karanlık Kıta” olarak nitelendirdiği Avrupa Kıtası’nda meydana gelmekteydi. Birinci Dünya Savaşı sona ermiş, galip devletler ile mağlup devletler arasında yapılan barış görüşmeleri Anadolu dışında sonuçlarını vermişti. Tabii burada en ağır fatura Almanya’ya kesilmişti. Aslında Paris Barış Konferası’nda, Almanya üzerine en çok baskı kurmak isteyen taraf Fransızlar olmuştu. Bunun nedeni, savaştaki kayıplarının fazla olması ve telafi amaçlı Almanya’nın geniş çapta bir savaş tazminatı ödemesini istemesiydi. Britanya Başbakanı David Llyod George, bunun böyle olmaması gerektiğini, Almanya’da ki en ufak bir ekonomik krizde sosyalist hareketlerin başlayabileceğini öne sürmüştü. Fakat bir süre sonra kendisi de altını çizdiği bu noktayı dikkate almamıştır. Fransa Başbakanı Georges Benjamin Clemenceau ile Llyode George, Almanya konusunda ortak bir çıkar yolu bulamamışlardı. Almanya, Fransızların baskısı ve savaşı kaybetmesinin vermiş olduğu hezimet ile Versay Antlaşması’nı imzalamıştır. Bu anlaşma sonucu Almanya; sosyal, kültürel ve ekonomik olarak ciddi bir karmaşanın içine girmişti. Sosyal olarak; Birinci Dünya Savaşı’da Pasifik’teki deniz aşırı topraklarını ve Avrupa’daki topraklarının %13 ile, nüfusunun %12’sini kaybetmişti. Bu durumun Alman halkı üzerindeki etkisi oldukça büyükken Versay Antlaşması’nın etkisi Almanya’yı kaosa sürüklemişti.
Bu olaylar, Almanya ve hatta Avrupa’da yaşanırken; Amerika Birleşik Devletleri devreye girmiş ve Alman ekonomisinin bir şekilde ayağa kalkmasını, Britanya ile Fransa’nın, Amerika’ya olan borçlarını ödemesini sağlamak amaçlı Dawes Planı’nı devreye sokmuştu. Amerika o zamanın parasıyla Almanya’ya 8.5 milyar (günümüz parasıyla 100 milyar dolar) borç vermişti. Ancak bir Alman İmparatorluk Mark’ı kaç Pound (£) ediyor? Tarihi verileri doğru incelediğimiz zaman karşımıza çıkan sonuçlar ışığında; 1914 yılında 20 Alman İmparatorluk Mark’ı 1 pound etmekteydi. Savaş sonrasında ise 1 Pound 35.000 Alman Mark’ına denk gelmekteydi. Tarih 29 Ekim 1929’u gösterdiği zaman ise çok daha başka bir senaryo ile karşı karşıya kalmıştı dünya. Bu tarih “Kara Perşembe” ya da “Büyük Buhran” olarak adlandırılan Dünya Ekonomik Krizi’nin yaşandığı tarihti. Yaşanan ekonomik kriz bütün Avrupa’yı ve dünyayı etkilerken, Almanya’da etkisini daha büyük ölçüde göstermişti. 1932 yılında yaşanan hiperenflasyon sonucunda 1 pound 16 trilyon Mark’ı görmüştür. 1929 yılı bize yeni bir devrin yani “diktatörler çağı”nın başlangıcını göstermişti. Dünya; Almanya’da Adolf Hitler, İtalya’da Benito Mussolini, İspanya’da Francisco Franco, Portekiz’de Antonio de Oliveira Salazar’ın yükselişine şahitlik etmişti. Josef Stalin, bu tarihten önce 1922 yılında Sovyetler Birliği Komünist Partisi Genel Sekreteri seçilmiş; 1939 yılına kadar Sovyetler Birliği’nin Batı karşısında gelişmesi için önemli ve devrim niteliğinde adlandıracağımız sanayi atılımları gerçekleştirmişti. Kendisinin almış olduğu kararlar netncesinde “diktatörler” kategorisine girmiş olsa da “reformcu diktatör” olarak incelenmesi gerektiğini düşünmekteyim. Tıpkı Napoleon Bonaparte gibi.
Burada anlatmaya çalıştığımız olaylar zinciri Almanya’nın ve Avrupa’nın içinde bulunduğu durumu ve Nazizm’in nasıl yükselişe geçtiğini daha iyi anlayabilmemiz içindir. Ele alacağımız tarihi mesele ise bu olaylar zincirinde meydana gelmektedir. Almanya’da görev yapmakta olan Yahudi bilim insanlarının, Nazi iktidarı sonrası dünyanın birçok ülkesinde hayatta kalmaya çalışıp, işlerini devam ettirmesi ve Türkiye’nin bu olaydan nasıl etkilendiği anlatmak olacaktır. Türkiye’ye gelen Alman bilim insanlarının her birinin hayatını ele alan Arnold Reisman’ın yazmış olduğu “Nazizmden Kaçanlar ve Atatürk’ün Vizyonu” adlı kitabından erişme şansımız vardır. Biz ise burada işinde oldukça önemli biri olan Alfred Kantorowicz’in hayatını ele alacağız. Kantorowicz, 1880 yılında Polonya’nın Poznan kentinde dünyaya gelmişti. Eğitim hayatını ilerletip, kendisini diş sağlığı alanında geliştirmiş birisiydi. 1900 yılında, 20 yaşındayken diş hekimliği diplomasını almıştır.
Kendisi bu süreçten sonra tıp eğitimini akademik düzeyde almaya karar vermiş, 1901 yılında başladığı eğitimini 1905 yılında tamamlamıştı. Tıp diplomasını 1906 yılında eline almıştı. (1) Berlin’deki Virchow Hastanesi’nde dahiliyede, Robert Hock Enstitüsü Enfeksiyon Hastalıkları bölümünde görev yapmıştır. (2) Çocuk Diş Sağlığı alanında yapmış olduğu yenilikler ile hatırlanan bir isim olmuştur. Çalışmaları sonucu Avrupa çapında büyük saygı gören bir isim haline gelmiştir. 1912 yılında çocukların diş sağlını, ilk okulda öğrenmesi gerektiğini ileri sürmüş ancak kabul görmemiştir. 1912 tarihi onun Münih Üniversitesi’ne “doçent” olarak atandığı tarihti. Çalışmalarını akademik alanda duyurmak niyetinde olmuş olsa da 1914 yılında başlayan Birinci Dünya Savaşı’na gönüllü asker olarak katılmıştı. Hekim olarak orduda görev alan Kantorowicz, cephe hattında deneyimlerini ilerletme imkânı yakalamıştı. Savaş görmüş birisi olması onun çalışmalarının ne kadar zor şartlar altında yapmaya çalıştığının başka bir göstergesi konumundadır. Savaşın bitiminden sonra Almanya’nın içinde bulunduğu kötü durumu kendisi de görmekteydi. Bu süreçte diş sağlığı alanında önemli mevkilere gelmiştir. Savaşın son bulmasının ardından aynı yıl içinde alanında bilinen bir isim olmasına sebebiyle Bonn Üniversitesi Diş Hekimliği Enstitüsü Müdürlüğü’ne getirilmiştir. Bu mevkiinin arkasından gelen Bonn Şehri Okul Çocukları Diş Kliniği’nin yöneticiliğine atanması ise Almanya ve Avrupa alanında bahsetmiş olduğumuz şöhreti Kantorowicz’e getirmiştir. Almanya genelinde çocuklar için önleyici diş hekimliği programları ve seyyar klinikler geliştirmiştir. (3) Yükselmeye devam ederek 1923 yılında Bonn Üniversitesi Diş, Ağız ve Çene ordinaryüs profesörlüğü mevkiine gelmiştir. Alanında önemli biri yere sahip olmuş olsa da Almanya’nın içinde bulunduğu durum ne yazık ki bu başarıyı göz ardı etmiştir. Kantorowicz, bu olayların ortasında Yahudi ve Alman Sosyal Demokrat Partisi üyesi olmuştur. Yahudi kimliği nedeniyle 1933 yılı ve öncesinde başlayan “Antisemitizm” yani Yahudi karşıtlığından ciddi oranda etkilenmişti. Kantorowicz gibi birçok Yahudi bilim insanı da aynı durumdan mustarip bir haldeydi. Peki, Almanya genelinde Yahudi nüfusun oranı ne kadardı? Bu sorunun cevabını vererek başlamak lazım aslında inceleyeceğimiz meseleye. 1933 yılındaki nüfus kayıtlarına göre Almanya genelinde 510 bin ile 520 bin arasında Yahudi kesimi vardı. Bu oran ülke nüfusunun sadece %1’lik bir kısmını temsil etmekteydi. (4) Ancak Almanya’daki Yahudi nüfusunun %70’lik kısmı büyükşehirlerde yaşamakta ve çoğunlukla orta kesimli sınıfı temsil etmekteydi. Kimileri Kantorowicz gibi akademi de görev yaparken, kimi bankerlik ve dükkânı olan insanlardı. Nazilerin yükseliş zamanında Yahudilerin göze çarpmasının en büyük sebeplerinden biri de buydu aslında. Kırsal kesimin büyük bir kısmını Alman nüfusu oluştururken, şehirlerde Yahudilerin fazla olması, 1933 sonrası olayların odak noktası haline gelmesini sağlamıştır. 1929 yılında yaşanan buhranda, Alman Yahudileri de büyük ölçüde etkilenmişti. Ancak Yahudi olmaları onları her ne olursa olsun nefret odağının haline getirmişti. Adolf Hitler de bu nefret propagandasından Şansölyeliğe doğru yükselmeye çalışmıştır. Hitler’in Yahudi karşıtlığı patolojik bir düzeyde olduğu için 1933 yılının başı ve sonrası dönemde Yahudilerin hakları bir bir ellerinden alınmıştı. 1929 Krizi’nde birçok Alman Yahudisi’nin işten çıkartılması ya da barınma ihtiyacını karşılayamaması, Hitler için bir sorun teşkil etmiyordu. Kısacası Yahudiler, Alman halkı ile aynı acıları paylaşmamıştı onun gözünde. Hitler ve ekibinin ilk icraatlarından biri akademi alanında oldu. Üniversiteler de yayımlanan, akademisyenlerin imza atması zorunlu kılınan “Pro Adolf Hitler” (Hitler’e Bağlılık Yemini) isimli bildiriye imza atılması gündeme gelmişti. Bu bildiriye imza atmayan isimler tek tek görevlerinden uzaklaştırılacak ve gözaltının yanında hapis cezasına kadar giden uygulamalar kullanılacaktı. 1933 yılı öncesi ve sonrası dönemde birçok Yahudi bilim adamı, Almanya’dan kaçmanın bir yolunu aradı. Gidenlerden biri ünlü fizikçi Albert Einstein olmuştur. Nazilerin iktidarı ele geçirmesiyle durumun ne kadar kötü olacağını önceden görmüş, ilk kaçanlardan biri olmuştur. Ancak Kantorowicz için aynı durumu söylememiz oldukça zordur.
Kendisi sosyalist bir Yahudi olmasının yanında Yahudi ve Alman partisine üye olmasıyla birlikte bu zorunlu imza sürecinden nasibini alan isimlerden olmuştur. Hitler’e Bağlılık Yemini’ne imza atmamıştır. Bu durum sonucunda görevinden uzaklaştırılmış ve Naziler tarafından “koruyucu gözetim” altına alınmıştır. Bu olay sonucunda Kantorowicz tam dört ay boyunca Bonn Hapishanesi’nde yatmak zorunda kaldı. (5) Kendisi bir süre Gestapo, SA (Fırtına Birlikleri) ve SS’lerin (Muhafız Birliği) gözetimindeki toplama kampı olan Boergermoore’da tutuldu. Naziler daha sonra Yahudi, komünist ve sosyalist olanların ayrışması için yeni bir kamp açmaya karar verdiler. Ayrışma derken, bu kamplara sadece Yahudiler getirilmiyordu. Hitler’in “aryan ırk” modeli içine çingeneler, homoseksüeller ve engelliler dahil olmuyordu. Hitler’in gözünde onlar, yaratmak istediği Büyük Alman İmparatorluğu ve üstün halkının birer parçası değildi. Çingene, eşcinsel ve engelli olan Almanların buna dahil olması, yaşanan vahşetin sadece başka bir boyutunu temsil etmektedir. Kantorowicz ise yeni yapılacak kampa gönderilmişti. Bu kampın diğerlerinden ayıran özelliği sosyalistlerin, Yahudiler’in ve Yahudilerin tanınmış entelektüel kesiminin getirilmesiydi. Kantorowicz, böyle bir ortamda 4 ve 5 ay arası bir süre kadar kalmıştır. Kısacası hayatı belirsizliklerin ortasında oradan oraya sürüklenmektedir. Bu olaylar yaşanırken herkesin ortak karar kıldığı beklenmedik bir olay gerçekleşmiştir. Kantorowicz’in Türkiye’ye gelmesidir.
Alfred Kantorowicz, 18 Haziran1880 – 6 Mart 1962
Kantorowicz’in Türkiye’ye Getirilmesi
Birinci Dünya Savaşı son bulmuş ancak Türk tarafı Serv Antlaşması’nı kabul etmemiş ve Mustafa Kemal öncülüğünde İstikâl Harbi’ni başlatılmıştı. Dört yıl süren bu harp neticesinde Osmanlı İmparatorluğu son bulmuş ve Türkiye Cumhuriyeti ilan edilmişti. Mustafa Kemal Atatürk’ün aslında savaş öncesinde de kafasında tasarladığı devrimlerin bir sırası vardı. Kendisi 1935 yılında Cumhuriyet Halk Partisi’nin Dördüncü Büyük Kurtultayı’nı açarken “… yeni vatan, yeni sosyete, yeni devlet…” olarak tabir etmekteydi bu durumu. Atatürk’ün en önemli hususlardan biri olarak gördüğü eğitim sisteminin yeniden ayağa kalkması gerekiyordu. Bunun için Cumhuriyet’in alanında iyi isimlere ihtiyacı vardı. Tam bu dönemde yaşanan Yahudi Alman bilim insanlarının ülkeyi terk etmesi, Atatürk ve planları için oldukça önemli bir fırsat sağlıyordu. İsviçre, Britanya ve Amerika gibi ülkeler bu isimlere kapılarını açmıştı. Türkiye de bu durumu değerlendirmek adına Alman bilim insanlarına kapılarını açmıştı. Çok bilinen bir olaydan bahsetmek zorundayız ki, Albert Einstein’ın 17 Eylül 1933 tarihinde Almanya’yı terk etmesinden sonra kaleme aldığı söylenen bir mektubun olması. OSE (Yahudi Nüfusu Koruma Grupları Birliği)’nin şeref başkanı olan Einstein’in Almanya’daki 40 Yahudi bilim arkadaşının Türkiye’ye gelmesini istediği bir mektup yazdığı geçmiştir tarihimize. Ancak bu mektubu Einstein’ın değil, OSE’nin yazdığını bilmek zorundayız. OSE, Almanya’da ki antisemitizm olaylarından sonra bir çok önemli Yahudi entelektüeli ve bilim adamı adına bu imzalı mektup yazdığı bilinmekteydi. Ancak şunu da belirtmek lazımdır ki, Einstein bunu kendisi yazmamış olsa da mektubun yazıldığından haberi vardır. O dönemdeki birçok Yahudi bilim insanının da bundan haberi vardı. Bu durum resmi olmayan ama şahsi nitelik taşıyan mektuplar kategorisine girebilir. Tabii, Einstein’ın mektubu Başbakan İsmet Bey (İnönü) tarafından reddedilmiş olsa da daha sonraki süreç bize gösterdi ki 40 bilim insanı değil; 190 Alman bilim insanı Türkiye’ye gelmişti. Bu durumda tabii ki Profesör Philip Schwartz’ın katkısı oldukça büyüktür. Schwartz’ın İsviçre kurmuş olduğu bir teşkilat sonucu işsiz Yahudi hocalara iş bulması planlanıyordu. (6) Britanya, İsviçre, Fransa ve Amerika gibi ülkelerin Alman bilim insanlarına kapılarını açmaları Schwartz’ın işini oldukça kolaylaştırmıştı. Türkiye’nin de bu durumdan faydalanmak istediği öğrenen Schwartz, Türkiye Cumhuriyeti için bir liste hazırlıyordu. Bu listenin içerisinde Kantorowicz’de yer almaktaydı. Ancak onun toplama kampında olması durumundan dolayı isminin üstü çizilmişti.
Atatürk, Kantorowicz’in isminin neden çizildiğini merak etmiştir. (7) Schwartz ise kendisinin Nazi hükümeti gözetiminde toplama kampında olduğunu söylemesi ile durumun imkansızlığını belirtmek istemiştir. Atatürk’ün planlarının arasında bunun gerçekleşmesi olasılığı Schwartz’ı şaşırtmıştır elbette. Atatürk, Nazi idaresine bir mektup gönderip Kantorowicz’in Türkiye’ye gelmesini istemiş fakat bu mektuba tam iki ay cevap gelmemiştir. Atatürk’ün bu konu üzerinde durmasının sebebi kurmak istediği sistemin eğitim, sanat, bilim ve spor alanında oldukça ileri gitmek istemesiydi. Kantorowicz, alanında Avrupa çapında oldukça önemli bir yere sahip olması fakat işini yapamaması Atatürk’ün dikkatinden kaçmamış olmalıdır ki, tam iki ay cevap gelmediğinde, Dışişleri Bakanı Tevfik Rüştü Aras’ı çağırıp nota çektirmiştir. Notanın için de şöyle yazmaktadır; “İki ay mektubumuza cevap verilmemesi Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti’ne kasıtlı bir hareket midir?”. (8) Bu mektuptan sonra Alfred Kantorowicz’in tam 48 saat içinde İstanbul’a eşyaları toparlanmış bir halde gelmesi ise tarihimizin en ilginç olaylarından biridir.
Peki şu soruyu sormak lazım: Osmanlı döneminde Diş Sağlığı alanında isimler ve kurumlar var mıydı? Kayıtlara göre Topkapı Sarayı’’nda 1807 yılında kurulan “Mabeyn-i Hümayun” yani günümüz anlamıyla ilk eczanenin açılmasıdır. Mabeyn-i Hümayun içerisinde üç tabibin yanında üç diş hekimi görev yapmıştır. Osmanlı İmparatorluğu, dönem dönem elindeki diş hekimi sayısını arttırmak için yurt dışına öğrenci göndermek istemiştir. Ancak 1907 yılına geldiğimiz zaman diş hekimlerine ödenen maaşın az olması, Osmanlı nezdinde diş hekimliğinin, tıbbın ancak bir yan dalı olabileceğini bize göstermektedir. (9) 19. ve 20. yüzyılda diş hekimliği eğitiminde Fransız eğitim modelinin önemli olduğunu bilmek lazım. Türkiye’de diş hekimliği ile ilgili ilk çeviri eser ünlü Fransız diş hekimi Maurice Godon’dan “Mükemmel Ameli ve Nazari Dişçilik” adıyla Cerrah Sabri Osman ve diş tabibi Basri Nureddin tarafından çevrilmiştir. (10) 1921 yılında Muallim Halil Salih tarafından yazılan Ameli Tasni’iEsnân (Protez) adlı eser ise Osmanlı tarihinde ki diş hekimliği ile ilgili ikinci önemli eserdir.
Cumhuriyet Dönemi’ne dönecek olursak Kantorowicz’in böyle bir olayla kamptan kurtarılması ve yeni bir ülkeye gelmesi hayatı için bir dönüm noktası niteliğinde olmuştur. Aslında Atatürk’ün mektubunun yazılmasının ardından İstanbul’da ikamet eden daha sonra UCLA’ya geçmiş olan ünlü Alman Filozof Hans Reichenbach ve Duke Üniversitesi’nde kuramsal kimyacı olan Fritz London’ın imzalarını taşıyan bir mektupla Kantorowicz’in toplama kampından çıkarıldığı iddia edilmiştir. (11) Ancak bu mektup yazılmadan önce Türk hükümeti Kantorowicz’i Nazi hükümetinden istemişti. Kantorowicz’in Türkiye’ye gelmesiyle birlikte bir ev tahsis edilmiş ve eşyaları oraya yerleştirilmişti. Yaptığı ilk icraatlardan biri üç yıllık diş hekimliği programını dört yıla çıkartmak oldu ve genel diş hekimliğini cerrahiden ayırdı. Prostodonti (diş protezelerinin yapımı) ve koruyucu diş hekimliğine ayrılan alanlar Fransız sistemine dayanmaktaydı. (12) Kantorowicz, bunların yanında estetik cerrahinin (yarık dudak ve damak dahil) olmak üzere tıp fakültesinden diş hekimliği müfredatına aktardı ve müfredat içine ortodontiyi’de dahil etti. (13) Diş hekimi öğrencileri için eserler kaleme almış ve önceki eserlerinin çevirileri yapılmıştır. Bunlar sırasıyla şunlardır: Klinische Zahnheilkunde (1924; Klinik Diş Hekimliği), Diş Tababeti İçin Repetitorium (1938), Diş Tababeti Preklinik Protez Laboratorium Bilgisi (1940) ve Diş Tababeti Şirurjisi (1942/2 Cilt). Kendisi de İstanbul’da ilk ders yıllarında protez üzerine ders vermekteydi. İstanbul Üniversitesi’nde ve Türkiye’de birçok bölümün açılmasını sağladı. Ortodonti, pedodonti periodonti, protez ve çene cerrahisi kuruluşuna öncülük ettiği bölümler olmuştur. Enfeksiyonlar ve tedavileri üzerine öğrencilerine kurslar düzenlemekteydi. Türkiye’de modern diş hekimliğinin oluşmasında bir yapı taşı oldu kendisi. Burada tarihi açıdan önemli bir olaydan ve Kantorowicz’in rolünden bahsetmek lazımdır.
Mustafa Kemal Atatürk ve İran Şahı Muhammed Rıza Pehlevi’nin 1934 yılında çekilmiş fotoğrafı. İsmet İnönü fotoğrafta Şah’ın sol tarafında durmaktadır.