Apartheid, en bilineni ve benim de makalemde üzerinde duracağım tarafı olan Güney Afrika’da uygulanmış olmak üzere koloni ülkelerinde ‘beyaz’ koloniciler lehine, yerli halkın, yani ‘beyaz olmayanların’ aleyhinde devlet eliyle düzenlenmiş, sistematik bir ayrım politikasıdır. Uygulayıcıları ve mağdurları değişse de, insanlık uzun dönemler boyunca bu politikalara maruz kalmış, farklı kesimlere ayrılmış ve sınıflandırılmıştır. Ve bir noktada bu durum, Güney Afrika’da ‘resmi bir devlet politikası’ haline evrimleşmiştir.
Apartheid, Afrikan dilinde ayrılma anlamına gelmektedir.[1] Löwstedt, Pappe ve Falk (2014) ise apartheid’ı; yoksun bırakma, baskı ve şiddeti içeren çok yönlü bir sistem olarak ifade etmektedir.[2] Resmî olarak ise, 1948 yılında Güney Afrika yönetimine Ulusal Parti (NP)’nin geçişinin ardından devlet politikası olarak kabul edilmiş ve çeşitli yasalarla desteklenerek hayatın her yönünde etkili bir kurallar bütünü olmuştur.
Apartheid kavramı, Güney Afrika’da yoğun şekilde yaşanmadan ve yine Güney Afrika’da icat edilmiş bu adla anılmadan çok öncesinde, Avrupalı-beyaz kolonicilerin Asya, Amerika ve Afrika kıtalarında yerleştikleri bölgelerde fiilen, beyazların politik, askeri ve ekonomik yönden üstünlük kurmalarından itibaren karşımıza çıkar. Özellikle Güney Afrika’da, 1948’de devlet politikası haline gelmeden önce ilkel ve parçalı olarak da olsa uygulanmıştır.[3]
17.yüzyılda Hollanda, deniz kuvvetleri ve ekonomik açıdan Avrupa’nın sayılı ülkelerdendi. Bu güçleri kullanarak Hint Denizinde ekonomik hakimiyeti eline aldı. Hollanda Doğu Hint Adaları Şirketi bölgedeki ticareti tek başına yönetmekteydi. Gemilerle yapılan uzun yolculuklarda bir durak noktasına ihtiyaç duyan bu şirket, Ümit Burnunda bir mola yeri oluşturmuştu. Bu yer, günümüzde Cape Town denilen Güney Afrika’nın yasama başkentidir. 6 Nisan 1652 tarihinde Hollandalı denizci Jan van Rieebeck ve doksan adamı, bu bölgede geçici bir ikmal noktası oluşturdu, ardından da bu nokta kalıcı ve ticâri açıdan hareketli bir noktaya dönüştü.Böylece Ümit Burnu’nda ilk yerleşim yeri kurulmuş oldu.[4]
Hollanda’dan ve Fransa’nın Protestan kesimlerinden gelen insanlar bölgeye yerleştirildi. Yerleşen Avrupalılar, tarım ile uğraşmaya ve tarım yapılacak yeni arazilere genişlemeye başladılar. Arazinin asıl sahipleri olan Khoikhoi halkı ile sıcak temaslar başladı. Avrupalı göçmenlerin tüfek ve barutları, Khoikhoi’lerin ok ve yaylarına karşı ciddi bir üstünlük sağladı ve Avrupalılar, avlanır gibi Khoikhoi halkının yüzlercesini yok etti. Aynı kader, bölgenin sarı derili halkları olan San’lar (Bushmen) için de geçerliydi.[5]
Beyazların patron, diğerlerinin ise köle olduğu bu düzen, daha şimdiden yerleşmişti. Bu iki ırktan oluşan melez ırklar ise daha farklı sorunların başlangıcı olacaklardır. Ancak bölgeye yeni bir aktör daha varmıştır; 1795’te Britanya donanması Cape Town bölgesini ele geçirmiş ve İngilizce konuşan ekstra bir topluluk daha oluşmuştur. Bunun yanı sıra, yönetimi ele geçirmiş olan Birleşik Krallık hükümeti, 1834’te köleliği kaldırarak Hollandalı tebaanın tepkisini çekmiş ve Hollandalı çoğunluk Büyük Göç adı verilmiş hareketle uzak bölgelere doğru gittiler. Bu bölgelerde artık Boer adıyla anılacaklardır.[6]
Bölgedeki savaşçı kabileler (özellikle Zulu’lar), İngiliz ve Boer kışkırtmalarıyla güçten düşmüş, hayvanları ve tüm gelir kaynaklarını kaybetmiş, beyazlar için ucuz işçi konumuna gelmişlerdi. Tarım için kullanılan bu ucuz iş gücü, Güney Afrika bölgesinde 1866’da elmas ve 1886’da altın ocağının bulunuşundan itibaren büyük bir sanayi ve endüstri sektörüne dönüşme yaşadı. Bu altın ocağı, şimdiki Johannesburg şehrinin kuruluşunu sağladı. Bölgedeki siyahlar, imkanlarının yokluğu nedeniyle madenlerde beyaz işçilerden çok daha ucuz ve daha ağır şartlarda çalışmaya gelmekteydi. Daha sonra bölge yönetimi, iş için gelen siyah işçilere bir çeşit ‘kafa vergisi’ uygulamaya başlamış ve şartları çok daha ağırlaştırmışlardı. Bu vergiyi ödemeyen siyah işçiler hapse gireceklerdi. İşçiler farklı iş kollarına yönelmek zorunda bırakıldı. Ancak pek fazla seçenekleri olmayan siyah erkekler, ailelerini köylerinde bırakıp tek başına çalışmaya gelmek zorunda kalmışlardı. Erkekler, kendilerine ihtiyaç duyulduğu sürece çalışıyor ve sonra geri gidiyorlardı.[7]
İngiliz sömürgesi olan bu zengin bölgeler, Boer’ler arasında rahatsızlık yaratmaya başladı ve ciddi savaşlar başladı. Anglo-Boer savaşları sonucu olarak Boer çiftlikleri yakıldı, Boer’ler toplama kamplarına gönderildi. Ancak zamanın şartları ve ortak hedefler doğrultusunda, 1910’da İngiliz ve Boer topluluklar arasında uzlaştırıcı bir barış anlaşması imzalandı, bu anlaşma Güney Afrika Birliğinin de kurucu anlaşmasıdır.[8]
Birliğin kuruluşundan itibaren apartheid uygulamaları resmi ve gayriresmi olarak hissedilmeye başlamıştı. Eğitimde, bilimde ve siyasette beyaz olmayan tüm bireylerin dışlanması ve sadece ‘ucuz iş gücü’ olarak görülmeleri, döneminde Birleşmiş Milletler’in de dikkatini çekmiştir.[9]
Kademeli olarak beyaz olmayan halklara baskıyı arttıran Birlik hükümeti, 1948 yılındaki seçimi, önceki yıllarda Nasyonal Sosyalist Alman İşçi Partisi (NSDAP) ile yakın ilişkiler halinde bulunan ve ‘ırkların ayrı gelişmesi teorisi’ni savunan NP’nin kazanması, bu dönemden sonra tek partili bir ‘demokrasi’ uygulanmasına sebep olmuştur. Güney Afrika’da, nüfusun dörtte üçünü oluşturan siyah bireyler artık oy kullanmaktan, seçimlere katılmaktan ve siyasi irade göstermekten men edilmişti.[10] Bu dönemde de devam etmek üzere 1948’den beri Afrikaner’ler (beyaz halk kendini bu şekilde anıyordu), siyahları ve ülkeyi yönetme hakkının kendilerine ‘Tanrı tarafından verilmiş’ olduğuna inanıyordu. Ve bu siyah nüfusun, Afrikaner nüfusun varlığına büyük bir tehdit oluşturduğunu, bu yüzden de ırkların ayrı gelişmesi teorisine sıkı sıkıya bağlı kalınması gerektiğine inanmaktaydı.[11]
Löwstedt’in aktarımına göre (2014), LeonardThompson (1990), apartheid döneminin 1948’den itibaren gelişimini şu şekilde özetlemektedir:
“Ulusal Parti hükümeti apartheid’ı birçok kanun ve uygulamaya soktu. Apartheid sisteminin kalbinde dört fikir vardı. Birincisi, Güney Afrika nüfusu 4 ‘ırk grubu’ndan oluşuyordu – Beyazlar, Melezler, Hintliler ve Afrikalılar[12]– ve her biri kendine mahsus kültür mirasına sahipti. İkincisi, beyazlar, ‘medeni ırk’ olarak, devletin mutlak hâkimiyetini ellerinde tutma hakkına sahiplerdi. Üçüncüsü, beyazların çıkarları siyahların çıkarlarından üstün olmalıydı; devlet ‘alt ırklar’a eşit miktarda tesis sağlamak zorunda değildi. [Dördüncüsü], beyaz ırk grubu tek bir milletten oluşuyordu –Afrikaan ve İngilizce konuşan ögeleriyle birlikte – ancak Afrikalılar çeşitli ve farklı, gerçek ve potansiyel milletlere (neticede on)ayrılmıştı, bu formülle beyaz ulus ülkenin en büyük nüfusu olmuştur.”[13]
“Apartheid’ın mimarı” olarak anılacak olan ve 1958-1966 yılları arasında başbakan olarak görev alacak olan Dr. Hendrik Verwoerd, 1948’de daha partide daha alt kademelerde görev yaptığı dönemlerde bile Afrikaner milliyetçilerini daha da sertleştirecek, ve siyah halkların protestolarını daha da arttıracak teoriler ve hamlelerle öne çıktı.[14] Bu tarihten sonra ırk ayrımı (apartheid) yasalarla desteklendi. 1948 seçimlerini takip eden süre içerisindeapartheid, yalnız siyahlara uygulanmakla kalmayarak,Natal’daki Hintlilere de yayıldı ve Hintlilerin oy kullanma hakları ellerinden alındı. Beyazlar,siyahlar, melezler ve Asyalı halkların ırkların ayrı gelişimi teorisine dayanarak farklı ve kendilerine önceden tahsis edilmiş alanlarda, beyazlara öncelik tanınarak, hayatın tüm yönlerinde birbirlerinde tamamen ayrılmaları ve haklar eşitsizlikleri yaygın bir biçimde ve yasalarla desteklenmiş olarak uygulanmaya başladı. Apartheid, okullarda, iş hayatında, ulaşım araçlarında ve hatta sinema salonlarında dahi sistematik bir biçimde sosyal yaşama yerleştirildi. Beyazlar ile beyaz olmayanlar arasında evlilikler yasaklandı. Beyaz olmayan halkların tüm ilahi ve insani özgürlükleri ortadan kaldırıldı. Kasabalar ve kentler, her birinde yalnızca bir ırkın yaşayabileceği bölgelere büründü. Belirli meslekler ve işler, özellikle üst düzey kamu yönetimi ve nitelikli işçilik ve ustalık birimleri yalnızca beyazların denetimine bırakıldı.[15] Ki, bu ırksal sınıflandırmalar stabil olmamaktaydı. 1984 psödo-bilimsel ırksal sınıflandırma raporlarına göre 518 ‘melez’ birey ‘beyaz’ olarak, 2 beyaz birey ‘Çinli’ olarak, 1 beyaz birey ‘Hintli’ olarak, 1 beyaz birey melez olarak, 89 melez birey ise ‘Afrikalı’ olarak tekrar sınıflandırılmıştır. Hatta VicWilkinson adlı kişi, yıllar içerisinde 4 kez ırksal sınıflandırmayla konum değiştirmiştir.[16]
Dönem süresince beyaz egemenliğindeki bu ülkede apartheid politikası, hiç bitmeyecek gibi, emin adımlarla ve korkutucu bir vahşilikte devam ettirildi. Beyaz olmayanların siyasi haklara ve direnişte kullanılması muhtemel silahlara erişimleri yoktu, çok nadiren erişimi olan bireyler ortaya çıksa da sıkı kurallarla denetlenmekteydi.[17] 1983’te, apartheid sisteminin çöküş dönemlerine ancak yakınlaşıldığı dönemlerde ancak Hintliler ve melezlere seçme hakkı tanınabilmişti.[18]
Çeşitli direnişler, Nelson Mandela, Steve Biko ve Desmond Tutu gibi liderlerin önderliğinde yürütülmüş anti-apartheid çalışmalar, De Klerk’inuzlaşımcı politikaları gibi faktörlerin sonucunda, tarihin kara lekelerinden biri olan Güney Afrika apartheid uygulamaları nihayet son bulmuş, Güney Afrika normalleşme ve eşitlenme sürecine girmiştir. Bu sürecin en önemli mimarları, Mandela ile birlikte hareket etmiş olan Apartheid karşıtı halk ve çalışan toplum olmuştur.[19] Ancak bu kavram, bize bu korkunç dönemi sürekli hatırlatacak ve bu insan haklarına karşı tutumların tekrar oluşmaması için bireylerin farkındalığını diri tutacaktır
– Eray Özer
ApartheidMuseum ve Monteith, M. (2006) “UnderstandingApartheid: Gr:9 Learner’sBook” Oxford UniversityPress South African
Çelik, E. (15 Mart 2014) “Güney Afrika’da Ekonomi Politikaları ve Sendikalar: Çelişkiler ve Oydaşımlar”Mülkiye Dergisi:Cilt XXVIII,sayı,243,sf.209,214
Löwstedt A.,Pappe I, Falk R.A (2014). “Apartheid: Ancient, Past, andPresent”Wien: GesellschaftfürPhänomenologieundkritischeAnthropologie
Pogrund B. ve Nyatsumba K.M.; (1996). “Nelson Mandela: Apartheide Karşı Savaştığı İçin Yirmi Yedi Yıl Boyunca Hapsedilen Güney Afrikalı Lider” Onat (çev.) Ankara: İlkkaynak Yayınları
Robertson, D. (1993) “Dictionary of Politics”London:PenguinBooksLtd
[1]http://www.bbc.co.uk/worldservice/africa/features/storyofafrica/12chapter7.shtml“TheStory of Africa başlığı altında SouthernAfrica: Chapter 7” Son değiştirme tarihi: 13 Nisan 2017
[1]Pogrund B. ve Nyatsumba K.M.; (1996).“Nelson Mandela: Apartheide Karşı Savaştığı İçin Yirmi Yedi Yıl Boyunca Hapsedilen Güney Afrikalı Lider” L. Onat (çev.) Ankara: İlkkaynak,s.6
[2]Löwstedt A.,Pappe I, Falk R.A (2014).“Apartheid: Ancient, Past, andPresent”Wien: GesellschaftfürPhänomenologieundkritischeAnthropologie s.5
[3]Pogrund B. v.d. a.g.e. s.6
[4]Pogrund B. v.d. a.g.es.6
[5]Pogrund B. v.d. a.g.e s.6-7
[6]Pogrund B. v.d. a.g.e s.8
[7]Pogrund B. v.d. a.g.e s.9-11
[8]Pogrund B. v.d. a.g.e s.12
[9] UNESCO. “Apartheid: ItsEffect on Education, Science, and Information” (1967): UNESCO France s.5
[10]Löwstedt, A. a.g.e. s.47
[11]ApartheidMuseum ve Monteith, M. (2006) “UnderstandingApartheid: Gr:9 Learner’sBook”Oxford UniversityPress South African. s.11
[12] “Afrikalılar” ve “Afrikanerler” birbirleriyle karıştırılmamalıdır, “Afrikaner” kavramı bölgedeki beyaz topluluk için kullanılmakta olan Afrikaan dilindeki bir kelimedir. Ancak “Afrikalılar” bölgedeki siyah nüfusu temsil etmektedir.
[13]Thompson, L. (1990)“A History of South Africa”,: s.190 Aktaran: Löwstedt, a.g.e (2014)
[14]ApartheidMuseum, Monteith, M, a.g.e. s.11
[15]ApartheidMuseum, Monteith. M. a.g.e. s. 12-13
[16]http://www.bbc.co.uk/worldservice/africa/features/storyofafrica/12chapter7.shtml“TheStory of Africa başlığı altında SouthernAfrica: Chapter 7” Son değiştirme tarihi: 13 Nisan 2017
[17]Löwsted, A a.g.e. s.124
[18]Robertson, D. (1993)“Dictionary of Politics”Londra:PenguinBooks Ltd. s.19
[19]“Çelik, E. (15 Mart 2014) “Güney Afrika’da Ekonomi Politikaları ve Sendikalar: Çelişkiler ve Oydaşımlar” Mülkiye Dergisi:Cilt XXVIII,sayı,243,sf.209-214